mihail lermontov
ta ki bize katlanamayan bir kadına rastlayıncaya kadar koşarız; o zaman gerçek bağlılık başlar; o gerçek ve sonsuz tutku; matematik deyimleriyle, bunu belli bir noktadan boşluğa indirilen bir çizgi diye adlandırabiliriz: bu sonsuzluğun sırrı yalnız amaca ulaşmanın imkansızlığında yatar, yani sona vardırmanın imkansızlığında.
hemen hemen bütün tutkular böyle başlar; çoğu kere, bir kadının bizi fiziksel ya da moral özelliklerimiz yüzünden sevdiğini sanarak kendimizi büyük ölçüde aldatırız. tabii ki onlar kutsal ateşi karşılamak için hazırlarlar yüreklerini, yumuşatırlar: yine de meseleyi çözümleyen ilk dokunuştur.
"evlenme" kelimesinin benim üstümde gizemli bir etkisi var. bir kadını ne kadar seversem seveyim, kendisiyle evlenmek zorunda olduğumu bana hissettirirse ne aşk kalır ne bir şey! yüreğim taş kesilir ve hiçbir şey onu eski sıcaklığına getiremez. bu fedakarlığın dışında her fedakarlık istenebilir benden. yirmi kere hayatımı ya da namusumu ortaya koyabilirim; ama özgürlüğümü asla!
kadının yakınına gelmeyegör; dört bir yandan öyle belalar saldırır ki tanrı korusun: sorumluluk, gurur, dürüstlük, kamuoyu, alay, küçümseme.. yapacağın tek şey, çevrene bakmadan dosdoğru yürümektir; yavaş yavaş, canavarlar yok olur ve önünde durgun, güneşli bir çimenlik açılır, ortasında yeşil mersinler biten bir çimenlik. gelgelelim, ilk adımlarda yüreğin titrer de ardına bakarsan mahvoldun gitti!
kadın kafasından daha çelişkili bir şey yoktur; kadınları herhangi bir şeye inandırmak güçtür. onları öyle bir noktaya getirmelisiniz ki kendi kendilerini inandırsınlar. onların önyargılarını çürütme usulleri de çok ilginçtir: diyalektiklerini çözebilmek için bütün mantık kurallarını altüst etmeniz gerekir.
kadınlar! kim anlar ki onları? gülüşleri bakışlarıyla çelişir, sözleri umut verir, kandırır, öte yandan sesleri uzaklaştırır bizi. bir an bakarsın, en gizli sırrımızı sezmişlerdir, bir an geçmez en belirgin ipuçlarından bir şey çıkaramazlar.