mehmet eroğlu
aşk, yalnızlık çığlıklarından doğar.
üç şeyden asla kurtulamayız: gölgemizden, ölüm korkusundan ve aşktan.
aşk hakkında konuştuklarında her erkek inandırıcıdır.
bazı erkekler sevmeye ruhtan değil, bedenden başlarlar.
picasso, wagner.. bunlar hep kendilerinden çok genç kadınları seçtiler. sade'in justine'i on iki, nabokov'un lolita'sı on üç buçuk, shakespeare'in juliet'i ise on dört yaşındaydı.
aşıkken, ölüm karşısında olduğu kadar tek başınadır insan.
aşk yoktur. aşk, içinden yeni nesiller çıkacak bir birleşmeyi sağlamak için cinseliğimizin bize oynadığı bir oyundan başka bir şey değildir.
sevmek bazen de bırakmaktır.
kavurucu bir kavuşma isteği olan aşk, her zaman kısa vadelidir. benliklerden birisi ötekini tamamen ele geçirdiğinde duyduğumuz arzu yatışır, aşk da sona erer. sevgi ise uzun solukludur, işgalci değildir.
aşk sizi değiştirip başkası yapmıyorsa aşk değildir.
aşk, her şeyi alan ya da her şeyi veren bir saltlıktır. acıma, sevecenlik gibi öteki duygular yalnızca dış çemberinde yer alırlar.
aşkın bir yarısı olasılıksa, öteki yarısı da aldanıştır.
insan, aşkı ancak yitirince kavrar; felaket, yaşamda var olan anlamsızlığı belirginleştirdiğinde, acısı utanç verdiğinde.
aşk, yüreğimizin en narin ürperişi..
aşk, bir erkekle bir kadının birlikte oluşturabilecekleri en görkemli şeydir; ulaşabilecekleri en yüce konum, gidebilecekleri en uzak ülkedir.
aşk, ruhumuzun çileli ergenliği imiş.