10.10.2012

hiçbiryer'e dönüş

oya baydar

bitince, çekip gitmeli. uzatmalarda gol atma hayaline kapılmadan, sessizce, efendice terk etmeli sahayı. ister bir iklim, bir şehir, ister bir aşk, bir insan, ister bir savaş, bir inanç olsun; yenilince, tüketince direnmemeli. bırakıp gitmeyi, yaşanmış olanın güzelliğini korumayı bilmeli.

her hazzın, her mutluluğun bir bedeli vardır; kedi okşamanın bile. keyif alıyorsan, bedelini ödeyeceksin.

insanlar efsane ve kahraman yaratmaya bayılırlar.

sezgi, dikkat ve ilginin ürünüdür.

artık hiçbir şey onu geri getiremez. cinayetin işlendiği anın bir saniye bile öncesine dönemezsin. köpek gibi pişmansındır; ama boşuna.

"ben uzunminareliyimdir doğma büyüme
ne yapıp yapıp denizi görmek isterim."

insanın içinde sakladığı korkuları, acıları, hesaplaşmaları kim bilebilir?

insan ilişkilerini ertelememek gerektiğini öğrenmeliyim.

ela'yı arıyorum ben. kuş adlı, çiçek kaldırımlı yollardan birine açılan bir sokakta, sarmaşık güllü bir evde otururdu. kedileri vardı. hayal kurardı. güzeldi, çocuktu. ellerimizde ağır okul çantalarıyla koşa koşa yetiştiğimiz kalabalık sabah otobüslerinde en çok onun kahkahaları duyulsa da, geçtiği yerlere hüzünler bırakırdı.

sonunda hepimiz, tıpkı kediler gibi, kokumuzun olduğu yerlere dönüyoruz. ya her şey yıkılmış, toprak sürülmüş, kokular yok olmuşsa kediler nereye gider, kedi yavruları nereye döner o zaman?

hayatımdan onlarca hayat çıkar, hiçbiri de bir işe yaramaz.

bir adam ya da bir kadın girer hayatınıza. bedeniniz, duruşunuz, bakışınız, hayatınız, onunla bir renk, bir anlam, bir özellik kazanır. sonra bir gün renkler solar. birbirinizi tüketirsiniz. yollarınız ayrılır. bu kadar basit işte.

amaca ulaşılan noktada, mutluluk değil boşluk başlıyor.

louis aragon: bir başka kader için donatılmış şu silahsız askerlere benziyor hayat.

özgünlükleri yok ederek özgür bir dünya kurabileceğinize nasıl inandınız?

"uyan artık uykudan uyan
uyan esirler dünyası."

tam o sırada içeri giriyorlar. ellerinde kalın dosyalar, ince çubuklar ve elektrik kabloları var. dehşet içinde, bağırmak, kaçmak, bir fare olup deliklere sığınmak istiyor. sonraki günlerde, her şey bitip külçe halinde koğuşa atıldığı zaman, işkencenin en müthiş anının, çırılçıplak soyulduğunuz, üzerinize soğuk sular boşaltıldığı, elektrik verildiği veya filistin askısına asıldığınız dakikalar, saatler değil, hazırlıkları izlediğiniz anlar olduğunu anlıyor; acı duyma ve ölüm korkusunun, acının ve ölümün kendisinden daha müthiş olduğunu öğreniyor.

new york süt mavisi, moskova nefti yeşil, atina kum rengi, prag gülkurusu, madrid kızıl, parma sarı, oslo gri, berlin sincabi, istanbul ta bizans'tan beri erguvan rengiydi.

"kimi insan otların, kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin."

insanı değiştirmeye yetmiş yıl, yüz yıl yetmiyor. binlerce yılın tortuları, içgüdüleri birkaç yüzyılda değişmiyor. yeni insanın yaratıldığını, yeni dünyanın filizlendiğini sanmıştık. belki de asıl yanlışımız, bu kadar aceleci olmaktı, erişilmez olanın adı olan ütopyaya birkaç on yılda yaklaşabileceğimizi sanmaktı. belki yanlışımız daha derindeydi; ilerlemeyi insanlığın mutlak kaderi saymaktaydı. insanı ve dünyayı değiştirmek için verilen iktidar savaşındaydı, iktidar olgusunu mutlaklaştırmaktaydı. bütün bunları yeterli güçte sorgulayamamakta, ilkel din duygusunu aşamamaktaydı yanlışımız.

dönüş bazen güç olur. aradıklarınızı bıraktığınız yerde bulamazsınız. ne eşyayı, ne de insanları. bulduklarınız da siz yokken değişmiş, yabancılaşmış gibidir. en kötüsü de, umut. umutlanmadın mı, bir beklentin olmadı mı, hayal kırıklığı da olmaz. bir yer düşlersin ya da bir insan; bir kadın mesela.. kafanın, yüreğinin içinde, o yeri, o insanı süsler püslersin. kendine yaşamak için bir neden yaratırsın. sonra bir gün, tam o yere ya da insana vardığında, yabancıdır. daha erişmeden yitirmişsindir onu.

yeni bir ülke bulamazsın
başka bir deniz bulamazsın
bu şehir arkandan gelecektir
sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın
dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda
başka bir şey umma (konstantin kavafis)

ben herkesin alim sandığı bir cahilim.

insan, aslında, sadece kendisi için, kendi hayatına bir anlam kazandırmak için savaşıyor. uğrunda savaşıldığı sanılan amaç, ütopyalarımız, hepsi kendi yaratmalarımız.

önemli olan insanın ne yaptığı değil, nasıl olduğu.