mihail şolohov
kimi zaman uyayamazsın geceleri, boş gözlerle karanlığa dalar gidersin: "yaşam, nasıl da savurdun beni böyle? neden sürdün beni böyle ordan oraya?" ve yanıt alamazsın, ne karanlıktan, ne aydınlık günden. yanıt veren olmaz, yaşadığın sürece de olmayacaktır.
yaşlının birine soralım bakalım, nasıl geçirmiş yaşamını. hiçbir şey anlamadığını söyleyecektir. geçmiş, pusun ardındaki şu uzak bozkır gibidir. bu sabah şu bozkırda yürüyordum, gün tümüyle duruyordu her yanda; ama daha on iki mil gitmemiştim ki bozkır kalın pusun ardında kalakaldı. buradan baktığında ormanı çalılıktan, çayırlığı tarlalardan ayırmazsın.
akan suda her zaman bir şeyler bulunur.
savaşta ağaçlar, insanlar gibidir; her birinin kendi yazgıları vardır.
don kazaklarının yüreklerinde iki duygu yaşar: kendi topraklarına duydukları sevgi ve faşist zorbalarına duydukları kin. sevgileri sonsuza dek yaşar; ama kinleri, düşman sonunda ezilinceye dek yaşamayı sürdürecektir. vay haline bu kini ve halkın öfkesinin o soğuk gazabını uyandıranın!
bütün gözler cepheye çevrilmiş. bütün yüreklerin tek isteği var: o lanet faşist sürüngenin sırtını olabildiğince çabuk yere gitirmek.
milyonların kanlarını emerek elde ettikleri kârlarıyla hâlâ doymamış kör, iblisçe delilikleriyle insanlığa acı çektirmek için yeni bir savaş hazırlığında olanlara kinimiz sönmesin hiç. onların uğursuz adları yeryüzündeki her dürüst kişice lanetle, iğrenmeyle anılacak. onlar tarihçe yok olup gitmeye yazgılandı ve zaman onlar için ustaca ördüğü güçlü ilmekler hazırlıyor. ama onlar yaşadıkları sürece, hiç ikirciklenmeden atom bombaları için, yeni dev bir savaş için milyonlar harcadıkları sürece, onlara olan kinimiz de yaşayacak.