henry miller
"korku, kuşlar yüzünden ekin ekmemektir." (doğu atasözü)
dostoyevski, her zaman için bulutlardaydı ya da çok derinlerde gömülü kalmıştı. hiçbir zaman yüzeye çıkmayı dert edinmedi. eldiven, atkı, palto düşünmezdi. kadınların çantalarında isim, adres de aramazdı. sadece düşte yaşardı.
"dostoyevski'den sonra insan daha önce olduğu gibi değildir."
dostoyevski'nin ölümüyle yeryüzü yeni bir yaşantı dönemine girdi. varoluş yeni bir yüz takındı. nasıl dante orta çağ'ın bir özetiyse, dostoyevski de modern çağınkidir. bu modern çağ deyimi yanlış bir deyim olmakla birlikte bir geçiş dönemini anlatmakta. öyle bir devir ki soluk alan bir büyü de diyebilirsin. işte bu dönemde insanlar kendilerini ruhun ölümüne alıştırıyorlar. bizler de şimdi garip, gülünç, kaba bir ay hayatı sürmekteyiz. inançlar, umutlar, yöntemler, kurallar, yasalar ki, bunlar bizim dünyamızı korurdu, yok olmasını önlerdi, tümü birden bitti, yok oldu. bir daha da geri gelemezler, diriltilemezler. inan bana. hayır hayır, bizlerin bundan böyle sığınacağımız, yaşayabileceğimiz tek yer kalıyor: o da akıldır. bunun anlamı da yok olmaktır. kendi kendini yok etme. çünkü kişi tüm varlığıyla yaşamak zorundadır. ama bir de bakmıştır ki bu varlığın cevheri yitirilmiş, unutulmuş, gömülmüş. yeryüzünde yaşamın tek ereği kişinin gerçek varlığını bulabilmesi ve onu yaşayabilmesidir. uygarlığın başından beri senin, benim, tüm insanlığın boğmaya, soluk aldırmamaya çalıştığımız şeyler yeniden hayata döndürülmek zorunda. onlara can vermek zorundayız. kendimizin ne olduğunu tanımak zorundayız. bizler ki artık yemiş vermeyecek duruma gelmiş bir ağacın son ürünleriyiz. bundan dolayı yerin altına girmek zorundayız, tıpkı tohumlar gibi, böylece belki de yepyeni, bütünüyle değişik bir şey ortaya çıkabilir. önemli olan zaman değil, her şeye yeni bir görüşle bakabilmektir. diğer bir deyişle yaşam için yepyeni bir tutku. çünkü bildiğimiz bir görüş var, onu bir yana atmalıyız. bizler şimdi ancak düşlerimizde canlıyız. bizlerin içindeki akıl ölmeyi, yok olmayı tepiyor, canlı kalmak istiyoruz. akıl serttir, dayanıklıdır. din adamlarının en vahşi, en ürküntü verici düşlerinden bile daha gizemlidir. olabilir ki akıldan başka hiçbir şey var değildir.
herhalde dostoyevski'nin en son inanç bağladığı şey öteki dünya olmalı. hani şu din adamlarının bizlere anlattığı öteki dünya. bütün dinler bu ilacı şekere batırıp bizlere yuttururlar. bizlere, hiçbir zaman yutmak istemediğimiz, yutmadığımız, yutmayacağımız bir şeyi -ölümü- yutturmak isterler. kişi ölüm düşüncesini bir türlü kabul edemez, bir türlü yıldızı barışmamıştır. herkesten iyi dostoyevski anlamıştır ki, yok olmaya tehdit edilene kadar hiç kimse hayatı sorgusuz sualsiz kabul edemez. onun derin inancına göre, eğer bir kişi bütün varlığıyla, bütün kalbiyle isterse sonsuz yaşantıya kavuşabilir. çünkü ölmek için bir neden yoktur. ölüyoruz çünkü yaşamaya karşı inancımız eksik; çünkü yaşamaya tüm güçlerimizle, tüm varlığımızla sıkı sıkıya tutunmuyoruz.
bizlerin yaşantısı ölüme bir armağandır, ona adanmıştır. o anlamsızca çırpınışlarımızla, yararsız çabalarımızla kendimizi, yarattıklarımızı korumaya, kurtarmaya çalışırız, sonucunda ölümümüzü ortaya çıkarırız. aslında biz hayatta kalmak için çırpınmıyoruz da ölümü uzaklaştırmaya uğraşıyoruz. bunun anlamı da tanrı'ya olan inancımız hala sürüp gidiyor ama bu hayata olan inancımızı yitirmişiz. tehlikeli bir biçimde yaşamak çıplak ve utanmadan yaşamaktır; nietzsche böyle der. bunun anlamı da şudur: kişi kendini olduğu gibi, inançlarını da kendini de hayatın güçlerine bırakır ve ölüm denen, hastalık denen, suç denen, korku denen ve bir sürü şey daha denen hayallere karşı savaşı bırakır. bir hayal dünyasıdır bu! işte bizlerin kendi kendimize yarattığımız dünya budur.
askeri güçleri düşün; düşmandan konuşmalarını düşün, hiç durmaksızın. din adamlarını düşün; durmaksızın suçtan, kahrolmaktan bahseden konuşmalarını. yasa adamlarının hep iyiden, mahkumiyet olamaması için yaptıkları sürekli konuşmaları düşün. tıp adamlarını düşün; hastalıktan, ölümden başka bir şey tanımayan konuşmalarını düşün. ve bizi eğitenleri düşün: yaratılmış en salak varlıklardır, o papağan gibi ezberledikleri konuşmalar ve "bir düşünce yüz ya da bin yıllık olmadığı takdirde kabul edemem" yeteneksizliklerini düşün. bizi yönetenlere gelince: hayal edilebilecek en hayaldışı varlıklar, en dürüst olmayan, en ikiyüzlü olan, en aldatıcı olanlar karşına çıkar. mucize şurada ki kişi hür olma huylarını bile düşünemez olmuştur. ne yana dönersen dön her yol kapalı. tanrı'yı, şeytan'ı, talihi yardıma çağırmak gereksiz, yararsız.
yeryüzünde aklın huzurunu sağlamaktan başka hiçbir şey için savaşmaya değmez. bu dünyada ne kadar çok başarı kazanırsan kendi kendinden, o kadar çok şey kaybedersin.
"insan son sığınağını akılda bulacaktır."
sevmek ve nefret etmek; benimsemek ve itmek; sıkı sıkıya yakalamak ve bırakmak; özlemek, arzulamak ve nefretle reddetmek: işte aklın hastalığı budur.
aptal her şeyi bir yana bırakarak inanır, tüm imkansızlıklara rağmen inanır. korkak her türlü tehlikeye göğüs gerer, her türlü riske girer, hiçbir şeyden ama hiçbir şeyden korkmaz. onun korktuğu tek şey vardır: korkunç çabalar harcayarak elinde tutmaya çalıştığı şeyi yitirmek.
"gerçek, saf aşkta (ki bu kuşkusuz ancak bizlerin düşünde vardır) vermesini bilen verdiğini bilmez, ne verdiğini bilmez, kimse verdiğini bilmez, verdiği tarafından alınarak onu mutlu kılıp kılmadığını bilmez."
kadınlar armağana bayılırlar, hele bu pahalı da olursa, görmeyin zevklerini.
bazı sanatkarlar tanınmalarına bir adım kala, hayatlarına son vermişlerdir. rembrandt sokaklarda dilencilik yaparak son günlerini beklemiştir. ki o, en büyüklerinden biridir.
içten olan her insanda bir yetenek tohumu bulunur.
pek az kişi yaşadım diyebilir. insanların, başkasının yerine yaşayabilmesi için, kitaplar yazılıyor. fakat kitabı yazan kişi, ne zaman başkalarının yerine yaşayabiliyor?
bir ağaç meyvelerini aramaz, onları yapar.
edebiyat iyi izlemlerin, kelimeyle dile getirilmesidir. fakat bunun arkasından şu geliyor: edebiyat çoğunlukla bir engem ve yorucu olan mantıklı düşünceyi, zevk ve neşe verici duyguyu ve kamçılanamaz anlatılamaz hayalleri içine alır. bir kimyagerin potasında denemelerle bilinmeyen ve umulmayan maddeleri bulduğu zaman hayrette kalması, bazılarına göre maddi varlığın manevi varlığın bir gölgesi sayıldığı gibi, çok güzel yazı ve şiir okuyan kimse de kelimeyle anlatılamayacak etkiler altında kalır. bunlar mantıklı düşüncelerin mahsulü değildir. duygulara ait hazlarla ilişkileri olmaktan ziyade bu hazlara eşittirler. sırrı ortaya çıkan dünya daha ziyade hayal dünyasıdır. burada bazı zamanlar, birdenbire ortaya çıkarak birdenbire kayıp olarak, çocuklar yaşarlar. bu dünya ne zeka, ne akılla ifade edilebilir ne de analiz edilebilir.
niçin her zaman yolumuzdan çıkmamız gerekir yaşantımızın sefil ve bozuk taraflarını anlatmamız ve ülkemizin bilinmeyen ve vahşi köşelerinden yeni karakterler çıkartmamız için?