jean p. sasson
artık güneş batıyor, gökyüzü piramitlerin keskin hatlarının arkasında altın gibi parlıyordu. ağır ağır akan cömert nil nehri, içinden geçtiği kentten uzandığı çöllere kadar hayat taşıyordu. bunları görmek bana öyle bir heyecan vermişti ki, içim içime sığmaz oldu, sanki damarlarımdan hayat fışkırıyordu.
ali ve hadi çok öfkelenmişlerdi; çünkü sara ve benim gibi iki bekar dişinin gece kulübüne gitmesine izin verilmişti. hadi büyük bir ciddiyetle ali'ye, ailemizdeki değer yargılarının nasıl bozulmakta olduğunu uzun uzun anlattı. sonra kendini beğenmiş bir tavırla, bütün ablalarının 14 yaşlarında evlendirildiklerini ve ailesinin erkekleri tarafından özenle korunduklarını ekledi. bir din adamı olarak, yolculuğumuz dönüşü babamla görüşüp ona eleştirilerini bildireceğini söyledi. sara ve ben riyad'dan uzak olmanın verdiği cesaretle suratımızı asarak, onun henüz bir din adamı olmadığını söyledik.
hadi, dansçıları gözleriyle yedi bitirdi, vücutlarının değişik kısımları hakkında kaba saba laflar etti; ama ali'ye dönerek, "bunlar hayat kadınlarından başka bir şey değil, bana kalsa hepsini taşlatarak cezalandırırdım." demeyi de ihmal etmedi. hadi şımarık bir aptaldan başka bir şey değildi.
hadi'nin bu tavır ve eleştirilerinden sonra, ertesi günkü davranışları beni serseme çevirdi.
nura, sara ve beni alışverişe götürmesi için, ahmet bir limuzin kiraladı. kendisi de bir iş adamıyla görüşmeye gitti. ahmetlere aynı zamanda sürücülük de yapan evlerinin kahyası, iki filipinli hizmetçiyle üç küçük çocuğu mena house oteli'nin havuzuna götürdü. bir önceki geceden yorgun düşen ali ve hadi, biz evden ayrılırken aylak aylak etrafta dolaşıyorlardı.
kentin boğucu sıcaklığı bir süre sonra sara'yı çok rahatsız etti, ben de onunla eve dönüp nura alışverişini bitirinceye kadar kendisine arkadaşlık etmeyi önerdim. nura da uygun bularak sürücüye bizi eve götürmesini söyledi; adam daha sonra geri dönüp nura'yı getirecekti.
eve döndüğümüzde, içeri girerken boğuk çığlıklar işittik. sara'yla birlikte sesin geldiği tarafa yöneldik ve kendimizi ali'yle hadi'nin odasının önünde bulduk. kapı açıktı, birdenbire gözlerimizin önünde olup bitenlerin bilincine vardık, tüylerimiz diken diken oldu. hadi, ancak sekiz yaşlarında kadar bir kız çocuğunun ırzına geçiyordu. ali de kızı tutuyordu. her taraf kan revan içindeydi. ağabeyimizle hadi bir yandan da gülüyorlardı.
bu feci manzara karşısında sara kendini kaybederek avazı çıktığı kadar bağırmaya ve koşmaya başladı. bizi gören ali'nin gözleri yerinden uğradı, beni kolumdan tuttuğu gibi öfkeyle dışarı fırlattı, savrularak yere düştüm. hemen toparlanıp sara'nın arkasından koştum, odamıza girerek bir köşeye sindik.
aşağı kattan odamıza kadar gelen dehşet dolu çığlıklara artık dayanamayarak, usulca merdivenlerden aşağıya sarktım. çaresizlik içinde ne yapabileceğimi düşünürken kapı çalındı. ali'nin sokak kapısını açtığını gördüm. karşısına çıkan yaklaşık 40 yaşlarında mısırlı bir kadına -çocuğun annesi- 15 mısır lirası uzatarak, daha başka kızları olup olmadığını sordu. kadın olumlu yanıt vererek ertesi gün getireceğini söyledi. bu sırada hadi ağlayan ufak kızı itekleyerek getirip annesine verdi. kadın yanaklarından sicim gibi yaşlar akan, topallayarak yürümeye çalışan çocuğu vurdumduymaz bir tavırla elinden tuttu ve kapıyı ardından çekip gitti.