18.01.2013

taş ve ten

inci aral

puslanmış bir geçmişle, olmayan bir geleceğin arasındaki bu tedirgin bekleyiş yaşamımızın şimdiki hali.

insan, oluşturduğu kimliğin değersizliği kendi gözünde ortaya çıktığında yıkılabilir.

yaşamak, neredeyse tümüyle rastlantısal değil mi?

aşk bir mucizedir. suyun ortasındaki bir sandalda korkuyla birbirine sarılmaktır. batabiliriz. olsun, o benim kaderim.

herkes baktığı insanı kendi ölçülerine göre tanımlar ve insan kendini başkalarının gözleriyle göremez.

siyah, toplayıcı ve saklayıcıdır.

akşamın geceye akışı gün doğumundan daha gizemlidir.

yanlış yaşadım. en azından eksik bir hayattı benimki. kendimi küçük şeylerin çekiciliğine, rahata bıraktım, çok zaman kaybettim. geçirdiğim zamanın hiç değilse yarısını bir bitki gibi, bütün bağlardan, düşüncelerden, küçük kaygılar, kötülükler, kuralar, anlamsız hırs ve ilişkilerden uzakta yaşayabilmem gerekirdi.

ben kendimi her zaman, yaptıklarımdan, ortaya koyduklarımdan geriye kalan sıradan bir şeymişim gibi hissederim.

paylaşılan bir yalnızlık, birlikte seks ve arkadaşlık ama kesinlikle özgürlük.

neden benim masamda oturmadığını biliyor, o duyguyu iyi tanıyorum; çünkü daha önce de gördüm ve ben de yaşadım. başkalarının ilgisi ve gözleri bana yönelmişken beni ilginç ve çekici bulmuyor, özel hissetmiyor.

öyle sıcak, öyle güzeldi ki sevginiz
dilerim hep böyle sevilirsiniz (puşkin)

özdenetim bana beli bir olumlanma duygusu verse bile uzun süreçte bir tür duygusal kütlük yaratıyor. seçme şansımı kısıtlayan her sakınım yüreğimi çoraklaştırıyor, genişlik ve derinlik algımı bozuyor ve bir süre sonra içim yeniden öfke dolu bir yoldan sapma arzusuyla doluyor.

o sıralar kendimi başarısızlara, dibe vurmuşlara yakın hissediyordum. onların hayatında bir soyluluk, doğruluk olduğunu düşünüyordum içten içte. insanın ancak böyle özgürleşebileceğini, kirli uzlaşmalardan ve sıradanlıktan uzak duracağını seziyordum uzaktan da olsa.

acı çekmekten korkanın mutluuk olanağını da yitireceğini iyi biliyorum.

insan, herhangi birine itmek, aşağılamak için dokunduğunda bile sınırlar aşılır, yabancılık ortadan kalkar.

benimle ilişkisinde koşulların elverişsizliği kadar güvensizlik ve körlük de egemen olmaya başladığında, güvenimi yıktı, beni korkudan ve gurur kırıklığından hasta etti, süründürdü. o süreçte bile bana yaptıklarının ardında bir çaresizlik, bir kaçınılmazlık görecek kadar iyi niyetliydim. onun asıl becerisinin el geçmezliği yüzünden süregiden bir özlem yaratması olduğunu anladığımda ise artık yanımda değildi.

biliyorum, her yeni aşk, insanı eski bir aşkın külenmiş anısına çekr. izler, yinelemeler, gidiş gelişler, bağlantılar zinciri içerisinde benzerlikler yaşar insan ve hemen hemen aynı tuzaklara düşer. belki de bunu bildiğim için aşktan bu kadar uzun süre uzak kaldım.

geceler, günün verdiği apaçık görme duyusunun ölçülülük ve güvenliliğinden yoksun. eskiden de böyleydim. gece düşüncelerim her zaman gün ışığıyla parçalanıp dağılma, gülünçlüğe, aptallığa varma zayıflığı taşıyorlardı. geceler duygu ağırlıklı, gündüzler ise düşünmenin hükmünde. neden ikisi arasında bir uzlaşma yolu bulamıyorum?

her şey inandırıcılığını kaybeder. yaşanmış her şey. en pembe anıların bile tozunun alınması, cilalanıp parlatılması gerekir sonradan.

yönetilirken istenen biçime sokulabilen biri özsaygısını kaybeder ve bir oyuncak durumuna gelir.

her şey durmadan değişiyor. dinozor kuşa, balık kadına, kökler bitkiye, rüzgar dalgaya dönüşüyor. yerel evrensel, hüzün ezgiye. deneyim yazıya. olay görüntüye. değerler oluşuyor, yükseliyor, düşüyor, yeni anlayışlar doğuyor ama insanın doğası, tutkusu, aczi pek az değişiyor ya da özünde hiç değişmiyor. oysa bir tek insanın dünyanın üstünde kapladığı yer çok küçük, mikroskobik ve ten geçici, varoluş çok kısa. kalıcı olan taş. ottan kömüre, magmadan cevhere.

cesaret anlıktır ulya, uyum ve sadakatse zaman alır.

kimseyi vazgeçilmez bulacak kadar istemedim. insan aşkını kendi hırsından korumalı.

yabancı kimliğim sürü ruhuyla davranmamı engelliyor.

neden hiç evlenmediğini soruyorum ona. sürekli bağlanmanın ancak birtakım yalanlarla, uzlaşmalarla mümkün olduğunu söylüyor.ya aşk? bunun için de çaba göstermek gerekiyor. çünkü zamandan daha güçlü değil. aşk, dostlukla, sevcenlik ve içtenlikle beslenmezse ölür.

hiçbir insan kendisinde olmayan bir şeyi veremez karşısındakine. aramızda ötekinin giremediği bir boşluk bulunduruyoruz hep ve özel yaşam alanlarımızı geniş tutmaya uğraşıyoruz. sıkılmıyoruz. tersine. özlüyoruz birlikte olmayı.

bana kalırsa duygularımızın çoğu öğrenilmiş şeyler. bu yüzden de hepsinin kökeninde biraz sahtelik var.

insan gerçek anlamda umutsuzca sevebiliyor ancak. çocuksu bir masumiyet ve korkuyla. körü körüne. seyirci değil kahraman olarak. tanrı değil kurban olarak. ne büyük yalnızlık!

"çılgınlar gibi eğlenmek" durgun hayatlarımızı tanımlayan bir şifre aramızda.

hayallerden daha yalnız, daha yoksul geri dönmez mi insan çoğu zaman?

ben ne doğru erkeği arıyorum ne de süreklilik bekliyorum. neden güzelliği bir kereye özgü olan bir şeyin tekrarını, yıpranmasını isteyeyim ki.