paul lafargue
ilerlemenin tek yolu, tanrıya savaş açmaktır.
"çalışma" sözcüğünün fransızcası "travail", "zahmetli iş, acı veren iş, bir tür işkence" anlamlarını içeriyor.
boş zaman, t.s. eliot'a göre "kültürün temelini" oluşturur.
kapitalist uygarlığın egemen olduğu ulusların işçi sınıflarını garip bir çılgınlık sarıp sarmalamıştır. bu çılgınlık, iki yüzyıldan beri, acılı insanlığı inim inim inleten bireysel ve toplumsal yoksunluklara yol açmaktadır. bu çılgınlık, çalışma aşkı; bireyin, onunla birlikte çoluk çocuğunun yaşam gücünü tüketecek denli aşırıya kaçan çalışma tutkusudur. rahipler, iktisatçılar ve ahlakçılar bu akıl sapıncına karşı çıkacak yerde, çalışmayı kutsallaştırmışlardır.
kapitalist toplumda çalışma, her türlü düşünsel yozlaşmanın, her türlü örgensel bozukluğun nedenidir.
işçi sınıfı, bütün uygar ulusların üreticilerini bağrında toplayan o büyük sınıf, bağımsızlaşarak insanlığı kölece çalışmadan kurtaracak ve insan-hayvanı özgür bir varlık durumuna getirecek olan işçi sınıfı, tarihsel görevini unutup içgüdülerine ihanet ederek, kendini çalışma dogmasına kurban etmiştir. cezası sert ve korkunç olmuştur. tüm bireysel ve toplumsal yoksulluk, çalışma tutkusundan doğmuştur.
zorunlu çalışmanın acıları, açlık işkenceleri, incil'de sözü geçen çekirgelerden daha çok sayıda işçi sınıfının üzerine abanmışsa, onlara kucak açan, işçi sınıfının kendisidir.
çağımız, çalışma yüzyılıdır, diyorlar; aslında acının, yoksulluğun, kokuşmuşluğun yüzyılıdır.
bir köyün orta yerinde bir fabrika kurmaktansa, oraya veba tohumları saçmak, su kaynaklarını zehirlemek daha iyidir. fabrika işçiliğini başlatın, ne neşe kalır ortada ne sağlık ne de özgürlük. yaşamı güzel ve yaşanmaya değer yapan ne varsa, hepsi gider.
çalışma dogmasıyla serseme dönen işçilerin, sözde gönenç döneminde başlarına bela ettikleri aşırı üretim, bugünkü yoksulluklarının nedenidir.
bu bireysel ve toplumsal yoksunluklar, büyük, sayısız ve sonsuzmuş gibi görünseler de, işçi sınıfı "istiyorum onu!" deyince, yaklaşan aslanın karşısında toz olan sırtlan ve çakallar gibi, ortadan kalkacaklardır. ama işçi sınıfı kendi gücünün bilincine varmak için, hıristiyan ahlakının, ekonominin, liberal düşüncenin önyargılarını ayaklar altına almalıdır. doğal içgüdülerine dönmeli; kentsoylu devriminin metafizikçi savunucularının hazırladığı veremli insan hakları'ndan binlerce kez daha kutsal olan tembellik hakkı'nı ilan etmeli; günde 3 saatten çok çalışmamaya kendini zorlamalı, günün ve gecenin geri kalan saatlerinde tembellik etmeli ve tıka basa yemeli.
kör, sapık ve insan canına kıyan çalışma tutkusu, özgürleştirici makineyi, özgür insanları köleleştiren bir araca dönüştürüyor: üreticilikleri, yoksullaştırıyor onları.
makine geliştikçe ve insan çalışmasını durmadan artan bir hız ve kesinlikle yendikçe, işçi, dinlenme süresini aynı oranda uzatacak yerde, makineyle yarışırcasına çabasını 2 kat artırıyor. saçma ve öldürücü bir yarışma bu!
işçi sınıfı, her şeyi basite indirgeyen o iyi niyetiyle özünü körü körüne aşılamalara ve doğal taşkınlığıyla gözü kapalı kendini çalışmaya ve perhize kaptırdığı için; kapitalist sınıf kendini tembelliğe, zoraki zevke, verimsizliğe ve aşırı tüketiciliğe vurmuştur.
işçi sınıfı kemerlerini sıkarak, aşırı tüketime yazgılı kentsoyluların göbeğini alabildiğine şişirmiştir.
bugünkü orduların niteliği üzerinde yanılgıya düşülemez artık. bunlar yalnızca ve yalnızca "iç düşmanı" [işçi sınıfı] bastırmak için sürekli hazır tutulmaktadırlar.
işçilerin, kendilerini öldürürcesine çalışma ve yokluk içinde sürünerek yaşama gibi çılgınlıkları karşısında, kapitalizmin büyük üretim sorunu üretici bulmak ve onların gücünü iki katına çıkarmak değil, tüketici bulmak, isteklerini kamçılamak ve onlarda sahte gereksinimler yaratmaktır artık.
ürettiğimiz tüm mallar, sürümleri kolay olsun ama çok dayanmasın diye, bile bile üstünkörü yapılıyor. ürünlerinin nitelikleri dolayısıyla insanlığın ilk dönemlerine nasıl taş çağı, tunç çağı deniyorsa, bizim çağımıza da kalpazanlar çağı denecektir.
bununla birlikte, aşırı mal üretimine ve sanayideki sahteciliğe karşın, işçiler "iş, iş istiyoruz!" diye piyasayı tıka basa dolduruyorlar. sayıca çoklukları, tutkularını durduracak yerde, en aşırı noktalara vardırıyor. bir çalışma fırsatı ortaya çıkmayagörsün, üstüne üşüşüyorlar. o zaman, gözleri doysun diye 12-14 saat çalışma istiyorlar ama, ertesi gün yine kendilerini kaldırımlara atılmış buluyorlar; sapkınlıklarını besleyecek hiçbir şey elde edemeden. her yıl, bütün sanayi dallarında, mevsimlerin şaşmazlığıyla birlikte işsizlik yeniden gelip çatıyor.
işçiler anlamayacaklar mı ki, aşırı ölçüde çalışarak, kendilerinin ve çoluk çocuklarının gücünü tüketmekteler; tükene tükene vaktinden önce hiç çalışamaz olacaklar; bir tek sapkınlığa kendilerini kaptıra kaptıra aptallaşıp artık birer insan taslağına dönüşecekler; o kudurgan çalışma çılgınlıklarını ha babam ayakta tutmak için, kendilerindeki bütün yetileri öldürecekler.
ne yazık! arcadia papağanları gibi ekonomicilerin dediklerini yineleyip duruyorlar: "çalışalım, ulusal zenginliği artırmak için çalışalım!" diye.
işçi erkek, kadın ve çocuklar, yüz yıldır, bin bir zahmetle acının çarmıhlı tepesine tırmanmakta. eskiçağ köleliğinin hazır ve canlı örneği isa gibi. yüz yıldır, zor altında çalışmakta, kemiklerini kırmakta, etlerini örselemekte, sinirlerini kırbaçlamakta. yüz yıldır açlık bağırsaklarını burmakta, beyinlerini sanrılara salmakta.
ey tembellik, uzun süren sefilliğimize acı! ey sanatların ve soylu erdemlerin anası tembellik, insan kaygılarına merhem ol!