tom robbins
aşkın en yüce işlevi, sevilen insanı özgün ve yeri doldurulmaz biri yapmasıdır.
aşkla mantığın farkı da şudur: aşkın gözünde bir kurbağa pekala prens olabilir. oysa mantıkçının analizinde, aşığın önce o kurbağanın prens olduğunu kanıtlaması gerekir, ki bu girişim nice tutkunun parıltısını körletmeye yeter.
mantık aşkı sınırlar. descartes'ın hiç evlenmemesinin nedeni buydu belki de. descartes mantık çağının mimarıdır. 1628 yılında paris'ten, aşıklar kentinden, sırf orada kafası dağılıyor diye kaçmıştır. gidip hollanda'ya yerleşmiştir. çevresinde yamakları, başında patronlarıyla, istediği gibi çalışmış, matematik ve mantıkla ilgili eserler vermiştir. 1649'un sonlarında stockholm'e davet edilmiş, kraliçe christina'ya felsefe dersleri vermesi istenmiş, descartes bunu hemen kabul etmiştir. belki ücret dolgundu. bir nedeni vardı mutlaka.
kraliçe christina derslerini yatağına uzanmış durumda dinlerdi. çoğu zaman çıplak olurdu. ama işin en berbat yanı, bu kadarla da kalmıyor. isveç sarayı, 17. yüzyıl avrupasının başka her tarafı gibi, pire dolu bir yerdi. christina, oradaki zanaatçılara sipariş vermiş, kendine altın ve gümüşten minyatür bir top döktürmüştü. yattığı yerden o topla vücudundaki pireleri vuruyordu. bu yüzden çıplaktı. iyi nişancı olduğu da söylenirdi.
majesteleri her gün kendini bu yolla oyalarken, descartes ayağında hollanda tipi pantolonla, ona varlığın şüphe edilemezliği altında yatan kusursuzluğu anlatıyor ve bunu rasyonel yanlılığının bile tahammülü dışında buluyordu. çok büyük bir hızla sinirli ve solgun bir insan haline geldi. 11 şubat 1650'de, yani stockholm'e gelişinden ancak birkaç ay sonra, 54 yaşındaki descartes düşüp öldü. christina 37 yıl daha yaşadı, pek çok da pire öldürdü.