adalet ağaoğlu
tarihte hiçbirimizin gerçek bir başkaldırısı olmadı. özgürlükler hep belli sınırlar içinde arandı. özgürlük diye, din değiştirildi, tarikat değiştirildi, tiran değiştirildi. bugünkü hayatlarımızın orta çağ hayatından hiçbir farkı yok. yine rahipler, yine tilmizler, yine cinayetler.. farklı olan yalnızca araçlar ve gereçler. özgürlük bilincinin çok yükseldiğini sanıyoruz. doğanın da, kendimizin de tepesine yeni efendiler diktik. özde değişen bir şey yok. özgürlük bilinci nasıl oluyor da hem de bu kez seve isteye kendini şu rezil para ve tüketim dünyasına prangalatıyor? herkes kendine bir efendi seçiyor. kendisi, yalnız kendisi olmaktan korkuyor.
toplum bilincinin "orada kal!" dediği, bütün yüküyle önüne gerilip orada durdurmaya, orada tutmaya azmettiği basamakta dikilip durmak, insan aklı ve duygusu bir üst basamağa çıkmaya en hazır bulunduğu anda, onda katlanılması güç, hatta olanaksız bir tutukluk durumu yaratır. insanoğluna uygulanabilecek işkencelerin en ağırı.. çoktan aşılmış olması gereken basamaklara yeniden dönmeyi başarabilmemizin, kalabalıktan kopmama güdüsünden, toplum bilinciyle uyum sağlamaya yatkınlıkların başka anlamı yoktur. bu yatkınlık, gerçek ilerleyişin önündeki en ciddi tuzaktır. robot, birörnek, tek renk, tek biçim insanlar ortaya çıkarmakta uzun yollar kat etmiş olan, uygarlığın ilerleyişinde olağanüstü bir rol oynadığı halde, bu rolü artık salt kendine gönüllü kulların varlığıyla sürdürebilen teknoloji, devrimine kendi tuzağını da hazırlamıştır. değişik arayışlar, toplum bilinci dışında kalan her türlü olanak bu denli yok edilecekse, insan ilerleme umudunu nereden alacaktır? umut, insani bir yetenek çünkü. makinelerin umudu olmaz. bu noktada yalnızca bip bip buyruklarına uyulur, toplum bilinciyle uzlaşmada öncesiz sonrasız bir yatkınlık edinilir.
bu ülke, düşünce insanlarımızı yerden yere çaldı, onları vurdu, vuramadıklarını yaraladı, bilim yuvalarının dışına kovdu, yetmedi, vatan sınırlarının dışına kovdu ve eğer arada sırada da onlar için birazcık iyi bir şey yapmak zorunda kaldıysa, bunda da hep geç kaldı. onların ya bunayacak kadar yaşlanmalarını ya da ölmelerini bekledi. yaşlılar madalyaların ağırlığını nasıl taşısın? ölüler güneşi ne yapsın?