cesare pavese
sevişmek gibi bir şeydir şiir yazmak; duyduğu tadın paylaşılıp paylaşılmadığını hiç bilemez insan.
en orta malı şey bile, kendimizde ortaya çıktığı zaman, son derece ilginç gelir bize.
şiir, şiir üstüne konuşarak değil, uğrunda emek vererek ortaya çıkar.
şiirin başlıca temeli, daha şiir başlamadan şairin imgeleme yetisinde tohum olarak yaşayan o duygudaşlık bağlarının, o biyolojik saplantıların önemini bilinçaltı bir duyarlıkla sezmektir.
şiir, budalanın denize bakıp "tıpkı yağ gibi!" demesiyle başlar. düz bir yüzeyin en iyi betimlenişi değildir bu elbet; ama aradaki benzerliği bulmuş olması bu sözü söyleyenin hoşuna gitmiş, bu gizli bağ onu heyecanlandırmış, bu gözlemini herkese duyurma isteğini vermiştir ona.
şiir yazarken parlak bir düşünceyi yaratan, esin perisi değil, esin perisini harekete geçiren parlak düşüncedir.
hayatın saldırılarına karşı bir savunmadır edebiyat.
şiir, hayat boyunca yaptığımız işin, her zamanki uğraşımızın değil, başımızı kaldırıp hayatla yüz yüze gelmekten şaşkınlığa düştüğümüz anların sonucudur. sıradan işler bile bunlar üzerine düşündüğümüz zaman şiirleşir, olağan olmaktan çıkıp olağanüstü bir nitelik kazanır.
aşkla şiir arasında gizli bir bağ vardır; çünkü her ikisi de, kiminle olursa olsun, konuşmak, anlaşmak, ona içini açmak isteğidir.
şiir her sayfada gerçekliğin verdiği heyecanı yaratmaktan başka bir şey değildir. insan bunu gerçekliği izleyerek başaracağını sanır.
şiir bir anlam değil, bir durumdur; anlamak değil, olmak.
bir yazarın şiire, edebiyata en büyük katkısı, yaşarken ona hayatının edebiyata en uzak görünen bölümlerini aktarabilmesidir. ona sadece boşuna harcanmış gibi değil, aynı zamanda bir kötülük, bir günah, bir çöküntü belirtisi gibi gelen günlerini, alışkanlıklarını ve yaşantılarını. insanın hayatını böyle şeyler zenginleştirir.
edebiyat ile olabilecek, uygulanabilecek şeyler arasında değil, gerçeklik duygusu arasında bir çatışma vardır.
betimlenen şeylerin gerçekten var olmaları, onlara edebiyat dışı bir anlam ve güç kazandırır. böyle şeyler yoksa, edebiyat bize yeter; varsa, şiir ve efsaneye karşı bir ihtiyaç duyarız.
insan bir yaşantıyı özümleyip ona dışarıdan bakmayı başardı mı, o yaşantı çocuksu bir saflık kazanır. büyük şiir ironiktir.
başımızdan geçen her şey bizim için tükenmez bir hazinedir; onları ne zaman yeniden düşünsek, kapsamlarını genişletmiş, çağrışımlarını zenginleştirmiş, anlamlarını derinleştirmiş oluruz.
ateşli bir ruh için her şey simgedir. seven bir insanı düşünün.
yazarken yaratmak; önceden hazırlanan taslağın sınırlarını aşmak, araştırmak, içimizdeki o derin gerçeğe kulak vermek demektir. ne var ki, içimizdeki en derin gerçek, çoğu zaman, adım adım ilerleyerek, acımasız ve yıpratıcı bir çaba sonunda yarattığımız bir taslaktır.
aklın gözüyle görülen her simge alegoriktir.
açık şeyler hemen hazmedilir ve iştah geri döner. zor olanın üzerine atılmak, küçük lokmayı bulmaya çabalamak, kısacası umudu daha uzun süre sürdürmek daha iyi olur.
apollinaire: yenilik bütünüyle sürprizdedir.
inanılmaz şeyleri gerçekmiş gibi anlatmak, eskilerin yöntemi. gerçekleri inanılmaz şeylermiş gibi anlatmak, yenilerin yöntemi.insana can veren kanın akıp gittiği kapanmaz bir yaradır şiir yazmak.
yazmak güzel bir şey; çünkü kendi kendine konuşmak ve bir kalabalığa konuşmak gibi iki zevki birleştiriyor.
bir şiirin herhangi bir şeyi değiştirdiği görülmemiştir.