1.02.2013

ütopya

john reader

thomas more, utopia'sında (çevresi 500 mil olan, bilinen dünyanın ötesinde bir yerlerde bulunan bir adadır) hiçbirinin yanındakinden, bir günlük yürüme mesafesinden daha uzak olmadığı tarzda bölge sathına dağılmış 54 şehir yaratır. başkent amourote'dur; fakat diğer 53 şehirden hiçbir farklı özelliğiyle ayrılmaz; ne de olsa hepsi aynı boyutta ve benzer planda inşa edilmiştir.

more'un anlatıcısı, "birini tanıyan, hepsini tanır; hepsi birbirine benzer" der. "evler iyi ve görkemli binalardır ve birbirine bitişik, uzun bir sırada, tüm cadde boyunca herhangi bir taksim ve ayırma olmaksızın dururlar. caddeler yirmi ayak genişliğindedir." her 10 yılda bir ev sahipleri çekiliş yapmalı ve buna göre evlerini değiştirmelidirler.

herkes bir iş sahibidir (marangoz, taş işçisi, nalbant, terzi) ve belli sayıda şehir sakininin her yıl taşradan aynı sayıda insanla yer değiştirmesi gerektiğinden, herkes deneyimli bir çiftçidir de. 6 saatlik bir işgünü kuraldır ve herkese her şeyden yeteri kadar sağlamak için kafidir. gıda ve tüm ihtiyaçlar, her bölgede görevli yetkililerin serbestçe gerekenleri temin ettiği ambarlarda muhafaza edilir. ailelerin evlerinde yemelerine izin verilir; fakat genelde müzik ve eğitici okuma eşliğinde, mükemmel yiyecek bulunan (görev planına göre kadınlar pişirmektedir) toplu alanlarda yemeyi tercih ederler. boş vakit bahçe işleriyle, konferanslara katılarak, satranç ve benzeri oyunlarda zihin egzersiziyle geçirilir. şarap tavernaları ya da birahaneler yoktur; "ne gizli saklı bir köşe ne de art niyetli meclisler ya da kanundışı toplantılar" olur. herkes saat sekizde yatağa girer.

utopia'da para diye bir şey yoktur; hatta bir değer karşılığı mal kavramı da. utopialıların deniz kenarından topladıkları inciler ve belli kayalıklardan kopardıkları elmaslar çocukları donatmak üzere kullanılır ve büyüdüklerinde bizzat çocuklar tarafından atılırlar. değerli metaller sadece faydaları ölçüsünde değerlenirler: "altın ve gümüşten ekseriyetle, sadece ortak alanlarda değil, özel evlerinde de lazımlık ve son derece bayağı işlerde kullanılan diğer araçları yaparlar."

mahremiyet görece bir kavramdır. kırsal kesimde kırk kişiden az olan hane veya çiftlik yoktur; komün halinde, "hem bilge, ağırbaşlı hem de kadim kişiler olan evin iyi adamı ve iyi kadınının kuralı ve düzeni altında" yaşanır. şehirlerde her evin önde ve arkada kapısı olur; fakat bunlar asla kilitlenmez ya da sürgülenmezler ve açmak o kadar kolaydır ki, bir parmakla dokunmak yeter. herkes herhangi bir eve çekinmeden veya hırsızlıkla suçlanma korkusu olmaksızın girebilir; "çünkü evde özel ya da herhangi bir kişiye ait hiçbir şey yoktur."

more'un utopia'sı her şeyi paylaşan ve hayatlarını yöneten kurallara kesinlikle bağlı; mutlu, sağlıklı, iyi huylu ve halk ruhu taşıyan insanların ülkesidir. herkes kişisel çıkarlarını ortak iyilik için feda eder. bu önerme, platon'dan marx'a, üretilen her ütopyada bulunur. sıkı davranış kurallarına herkesin memnuniyetle uyuşu, rekabet olmaması, her konuda herkese eşitlik. bu bir mümkün olabilse, insanlığın sorunları ve şehir bir hamlede yok olurdu. fakat tabii ki ütopya idealinin kalbinde bir paradoks yatar: sıkı kurallar ve "dayatma eşitlik", neyin eşit olup olmadığına karar verecek bir otorite gerektirir. george orwell'in işaret ettiği gibi, bazıları kendilerini diğerlerinden daha eşit göreceğe benzerler.

evrim, insan biyolojisi, sosyolojisi ve politika hakkındaki bilginin modern haline bakılırsa, bütün ütopik masallara resmen sinmiş hakikatsizlik gözden kaçacak gibi değil. bunlar oldukça ilginç ve eğlendirici olabiliyorlar; fakat tamamen gerçekdışı haldeler. ayrıca her şeyin son derece düzenli, mükemmel ve tahmin edilir halde olduğu ütopya'da hayat aşırı sıkıcı hale gelmez mi? insanlar iyi bir şeye bu kadar dayanabilir mi? muhakkak birisi bir ara, bir yerde geç yatacak, altın bir lazımlık çalacak veya başka şekilde sınırı aşacaktır; sadece mükemmeliyetin monotonluğundan kurtulmak için de olsa. victoria dönemi romantiklerinden william morris'in ütopik fablı "olmayan yerden haberler"de kırgın bir büyükbabanın ağzından söylediği gibi:

"sanırım insan, hayatında nemli bir bulutun üzerine oturup ilahiler söylemekten daha iyi şeyler yapabilir."