john fowles
demokrasi, ayaktakımının idaresidir.
eskiler öyle bir sırra sahiptiler ki, bunu bilebilmek için ben de sahip olduğum her şeyi verebilirim. hayatlarının meridyenini biliyorlardı eskiler, ben benimkini hala arıyorum. öteki bakımlardan karanlıklar içinde yaşıyorlardı; ama işte bu büyük ışığa sahiptiler; oysa ben aydınlık içinde yaşıyorum; ama hayaletlerin ardında ayağım sürçüyor.
bağışlanmayacak kadar günahkar hiç kimse yoktur.
biz modernler geçmişimizle, öğretilerimizle, tarihçilerimizle kokuşup bozulmuşuz; geçmişte olup bitecekler üzerine de o kadar az şey bileceğiz; çünkü bizler, iyi ya da kötü, mutlu ya da mutsuz, yazarının keyfine göre belirlenmiş bir hikayenin kişileri gibiyiz yalnızca.
"insan, kalbinin götürdüğü yere gitmeli."
zenginlik insanları bozup yoldan çıkaran bir şeydi, insanların vicdanlarını körleştiriyordu zenginlik ve insanların bunu anlayacakları güne kadar da yeryüzü belalı bir yer olarak kalacaktı.
"gerçeğin ışığı ruhun kendisine nüfuz etmeden önce, ruhun saklandığı kutsal dolap olan beden, gerektiği gibi beslenmeli ve giydirilmelidir."
gördüklerim, bedenimin gözleriyle gördüklerim, biricik gerçeğin gölgeleriydi yalnızca; ama ruhumun gözleriyle, ilk ve son sevgi nesnem, ışığın kendisini gördüm ben.
tanrının krallığı bir gereklilik değildir. eğer bir şeyin olması gerekiyorsa, isa'nın orada yeri yoktur. bir fahişenin her zaman bir fahişe olarak kalması gerekir: isa'nın burada yeri yoktur. erkeğin kadını her zaman idare etmesi gerekir: isa'nın burada yeri yoktur. çocukların açlıktan ölmeleri gerekir: isa'nın burada yeri yoktur. bütün insanların doğuştan itibaren ıstırap çekmeleri gerekir: isa'nın burada yeri yoktur. bu dünyanın ışıkları altında görülen hiçbir gereklilikte, isa'nın yeri yoktur. bu dünyanın günahlarından ötürü kapatıldığı mezardır bu, karanlıktır.
politika bulutun önündeki bir bulut gibidir, yani zorunlu bir beladır.
uyuşmazlık evrensel olan bir insani görüngüdür; ne var ki kuzey avrupa ile amerika'nın uyuşmazlığı, sanırım, bizim dünyaya bırakmış olduğumuz en değerli mirastır. biz bu kavramı özellikle de dinle birleştirmekteyiz; çünkü bütün yeni dinler uyuşmazlıkla, yani iktidarı ellerinde tutanların bize inandırmaya çalıştıkları şeylere karşı çıkmakla başlamaktadır. ister totaliter bir tiranlık ve kaba kuvvet söz konusu olsun, isterse bir medya manipülasyonu ya da kültürel hegemonya, bizler hangi şekilde olursa olsun, bize inanmamız için buyurulan şeyleri reddetmekteyiz. ancak uyuşmazlık özünde, biyolojik ve evrimsel bir mekanizmadır; yoksa toplumun evriminin belli bir anında, dinsel inancın büyük bir metafor ve dinden başka daha birçok şeyin de içine oturtulacağı bir döküm kalıbı olduğu belli bir anda, bir seferliğine gereksinim duyulmuş bir şey değildir. uyuşmazlığa her zaman gereksinim duyulmuştur, çağımızda ise her zamankinden daha fazla.