fakir baykurt
ankara'nın ulus sineması'nda, filmden sonra halkı selamlamak için perdenin önüne çıktığım zaman, alkış, ıslık birbirine karıştı. bir yandan "yaşaaa! var oool!", bir yandan "yuuuuuh!" diyorlar.
birkaç saniye sonra, kıran kırana bir dövüş başladı. başkentli seyirciler kravat kravata geldi. hınçla, istekle vuruşuyorlar. ikisi sahneye fırladı, ses aygıtlarını, ışıkları falan tekmeliyorlar. gazoz şişeleri, kırmızı mürekkep şişeleri üzerime geliyor. birtakım sersemler gerçeği tekmeyle, yumrukla örteceğini sanıyor.
bunlar, "yılanların öcü" romanımdan yapılmış filmin ilk gösteriminde oluyor. üstünden zaman geçti şimdi. onları hiç kıpırdamadan seyrettim. getirdiğim öykünün kendilerine batan yerleri vardı tabii. anlıyordum bunu. oysa gösterilen filme temel olan roman, büyük çoğunluğumuz köylünün hala yaşamakta olduğu zehirden acı gerçeğin küçük bir kesitiydi.
o yıllarda ankara'nın perişan köylerinde dolaşıyordum. kafamda yeni bir roman vardı. evirip çeviriyordum. talim ve terbiye kurulu'nda yılanların öcü'nü suçlayanlar, devlet tiyatrosu'nda sahneye konulmak üzere olan oyunumu kaldıranlar, senato'nun bütçe komisyonu'nda ardımdan ağzına geleni söyleyenler ve şimdi beyazperdedeki gölgelere mürekkep ve gazoz şişesi atan bu dırdırcı bulvar aydınları, kafamdaki romanı yazdığım zaman ne yapacaklar acaba? bu yel böyle esip bu kılıç da böyle kesip gittiğine göre, bir sırasını bulup hesabımı görmeye mi kalkacaklar? içecekler mi kanımı?
bizim yurdumuz, hem de insanımız, bir bakıma, mürekkep yalamışların geriliği ve yanlış tepkileriyle, hala orta çağ'ın çukurları içindedir. başkalarını yeni amaçlara alıp götüren sağduyu, bilinç ve hoşgörü, bizimkilerin kabuğuna neden işlemiyor?
"cahallıklarından, kapkara cahallıklarından." okuma yazmaları olduğu halde okumadıklarından! sanattan, kültürden gıda almadıklarından! aldıklarını eritemediklerinden! koşullanmışlar çağ gerisi tersliklere, küçük bencil rahatlıklara, çıkarlara; bir türlü kurtulamıyorlar.
inandıklarına aykırı düşen inançlara dayancaları yok. değişik bir düşünceyle, yeni bir yapıtla karşılaştılar mı, böyle yırtınıyor, perdedeki gölgelere şişe atıyorlar.
bu beylerin yaptığını seyrederken, "ankara köylerinde düşünüp kafama taktığım romanı çabuk yazmalıyım!" dedim. "ya kendilerine gelip anlasınlar ya biraz daha kötü olsunlar!"
o gün nisan 23, yıl 1962 idi.