
cemaatlerimizden çıkmak ve hareket halindeki bir toplumun oluşumuna katkıda bulunmak istiyorduk; şimdi kalabalıktan, kirlilikten ve propagandadan sıyrılmak istiyoruz. kimileri modernlikten kaçıyor; ama bunların sayıları pek fazla değil; çünkü modernlik merkezleri kullanılabilir kaynakları öylesine biriktirdiler ve dünyanın bütününe öylesine tam olarak egemen oldular ki, artık modern öncesi bir yer olmadığı gibi "iyi vahşiler" de yok; yalnızca hammadde ya da kol emeği rezervleri, askeri idman alanları ya da konserve kutuları ve televizyon programlarıyla dolu kenar mahalleler var.
önce avrupa, sonra da abd'de oluşan sanayi toplumu, kaba bir kapitalizm tarafından ikiye bölünmüş izlenimi verir: bir yanda çıkar ve bireysellik dünyası, ki schopenhauer bu dünyanın estetik olarak ayyaşlarla dolu bir meyhane, entelektüel olarak bir tımarhane, ahlaksal olarak da bir haydut yatağı olduğunu söyler; öte yanda da kişiye bağlı olmayan ve hesaplarla arasında bağlantı bulunmayan bir arzu dünyası. sahiplenici bencilliğin hizmetindeki araçsal akıl, artık tasarımla değil de ancak algıyla kavranabilen yaşamın, bedenin ve arzunun güçlerine hiçbir şeyle bağlı değildir.
tüketilen şeylerin bollaşması ve çeşitlenmesi, olsa olsa modern toplumu başlangıcındaki iyimserlikten uzaklaştıracaktır. durkheim'ın anımsattığı gibi, modernlik ilerledikçe mutluluk geriler, doyumsuzluk ve engellenmeler ise çoğalır.
liberal toplum çıkar arayışına yanıt verir; ama çukurlar ve yarıklarla doludur ve bu çukurların, yarıkların dibinden duyulan öznenin sesi değil, artık özne bile olmayan insanın, intiharcının, uyuşturucu bağımlısının, depresyon geçirenin, narsistik kişinin çığlığı ya da daha doğrusu suskunluğudur. toplum, hemen arkasında kaza geçirenlerin yollandığı hastanenin gizlendiği bir otomobil yarış pisti gibidir.