mina urgan
soyların karışmasından öteden beri hoşlandığım ve salt pembe beyazlar arasında kalmak istemediğim için, "renkli" göçmenlere yakınlık duyuyordum. ancak araplara bir türlü ısınamadım. çünkü paranın verdiği küstahlıkla görgüsüz; hatta terbiyesiz davranıyorlardı. örneğin kensington gardens'ta gezinirken, bir ağacın altına serilmiş çarşaflı kadınlar bana laf attılar. ömrümde ilk kez görüyordum kadınların başka bir kadına laf attıklarını. geri döndüm; ne istediklerini sordum. bunu anlayacak kadar ingilizce biliyorlardı; ama beni yanıtlamadılar, aralarında pis pis gülüştüler. üstelik bazı arap kadınlarının görüntüsü çok ürkütücüydü. çünkü çarşaflarının peçesini indireceklerine ya da bizim şeriatçı bayanlarımızın bir kısmı gibi kara camlı gözlük takacaklarına, yüzlerinin üst kısmını deriden yapılmış bir maskeyle örtüyorlar; o maskenin deliklerinden bakıyorlardı insana. bir korku filminden çıkmışlardı sanki.
bir defasında, bu deri maskeli kadınlardan biri, yiyecek satan büyük bir mağazada, ingiliz satıcı kızın önünde, şeffaf kağıtlarla özenle paketlenmiş bir kutuya yerleştirilmiş üç şeftaliden birine elini uzattı. kutuyu yırtıp şeftaliyi ağzına tıktı. ısırdıktan sonra da beğenmeyip yere tükürdü. bunu ben yapsaydım, ingiliz satıcı kız, yaşıma başıma bakmadan, çok da haklı olarak, hem beni azarlar hem de şeftalilerin parasını alırdı. ama o arap kadının ne kadar çok yiyecek aldığını görüp sustu.