ahmet hamdi tanpınar
belki bu seddi, bir türlü aşamadığım bu eşiği kırabilirim. hamlet'in tereddüdü bir kral için iyi olabilir. fakat bir sanatkarda daima miskin ve zavallı bir şeydir. benim zarımı masanın üzerine atmam lazım. fakat o iş için de bir parça kendimi bulmam, bu miskinliğimden kurtulmam lazım.
gökten ne yağmış ki yer götürmemiş.
insan yeteneğinin olmadığı işlere girmemeli.
heyhat o kadar az kendimiz oluyoruz ki.
seyyah her yerde olabileceği için hiçbir yerde değil.
insanın olabileceği şeyi seçip ona çalışması ne iyi şey, ne mazhariyet..
çok müstear bir hayatı yaşıyorum sanki.
medeni insan, işlerini başkasına gördüren insandır.
işte bu yalnızlık yok mu? insanı çıldırtabilir. kendi nesline dahi daha sonradan iltihak edilemiyor. halbuki onların gençliğinde ben de burada olsaydım, şimdi bir yığın dostum olurdu.
insana her şeyi ama her şeyi, lüzumu kadar öğreten bir kitap vardır. ve bazı insanlar bunu okumuş bulunuyorlar. yahut da ben imkansız şekilde cahil, dikkatsiz ve budalayım.
eski adetim, bir kitabı bitirmeden öbürüne başlayamıyorum.
vatan birkaç dosttur diyor gide. hakkı var. evet hakkı var.
hesap etmişler, üç yılda bir avrupa nüfusu yer değiştiriyormuş. hiç değilse on gün için!
insan hayatı hep aynı zembereklerle çalışıyor.
ister istemez kendi hayatımızı düşünüyorum. bizler çocukluğu bedbaht geçtiği için hayatına ve etrafına küskün yaşayan, eşya ile dahi barışamayan biçarelere benziyoruz. bu zihinsel gerginlikten, inkar ve öfkeden, dargınlıktan nasıl kurtulacağız?
üç gündür güzin, aragon'un la semaine sainte'ini öve öve bitiremedi. üstadın ne mal olduğunu bilmeme rağmen dün kitabı aldım.
tarihimizin öyle bir devrindeyiz ki, iyi niyet sahibi insanlar ancak kendilerini kurtarabiliyorlar. zaten toplumların zayıf ve buhranlı dönemlerinde büyük adamın görünmesi de bundan değil mi? insan sonsuz olduğuna göre.. hulasa bir trajedidir yaşıyoruz.
ben hatta asrımda yalnızım. haklı olmak, haklı olduğunu bilmek bir insanı, bir ordu içinde bile kuvvetli yapabilir.
türkiye'de toplumu itham etmeden konuşmak mümkün değil.
toplum hayatı ne korkunç. insan ölümün eşiğinde dahi etrafa bırakacağı etkiden korkuyor. biz hakikaten aristo'nun anladığından başka anlamda sosyal hayvanız. eskiler ölüm korkusuyla sokağa çıkarken temiz elbise, çamaşır giyerlerdi.
düzen, zorunlulukları tanımanın sonucudur.
demek sanat elli altmış yıl bir yalanı yaşamak, ona sahnedeki rol gibi inanmak.
ben teşhir edilmenin sefaleti içinde her şeyi unuttum. kendimi öyle çıplak, tekrar masada, mahremiyetimden uzak görünce, madde gibi ellenip tartıldığımı hissedince, bayağı hayat denen şeyden iğrendim. ölümün sefaletini biz idrak etmiyoruz. kutsal ve korkunç onu gizliyor. fakat hastanın sefaleti ve mahremiyetsizliği.. doktorlar bunu kabul etmiyorlar. yalnız hasta olan bölgeyi, filanı görürüz, diyorlar. ben de asıl feci bu ya, diyorum, eşya oluyoruz.
ben dolmakalemini kaybettiğim için sadece okuyan adamım.
hiçbir kaşif yoktur ki keşfini sona erdirmiş olsun. bazıları tohum saçar, bazıları tarlayı sürer, bazıları ekinleri biçer, tohumu ıslah eder, falan filan..
yahya kemal'in rakı için güzel bir cümlesi vardır: "geceyi aydınlatır; fakat sabahı yakar."
millet partisi'ne ne üzülüyorsun? kapanacaktı. açılması hata idi. türkiye'nin şartları bunu kaldırmazdı. ve lüzum da yoktu. bir toplum hayatında hatalar olur; fakat adım başı dönülmez.
almanca bir atasözü öğrendim: türkler gibi başlamak, almanlar gibi devam etmek ve ingilizler gibi bitirmek. bizi hakikaten iyi anlamışlar. hiçbir millet bizim kadar ateşle işe koyulmaz ve yine hiçbiri bizim kadar rahatça vazgeçmez.
insanların bazen yalnızlığa ihtiyaçları da vardır.
ben mutaassıp insanla karşılaşınca, benim gibi düşünmek imkanından mahrum bir mahlukla karşılaştığıma inanırım ve kaçarım. o değilse, çocuğu adam olur.
yeni yıl.. dünyanın en gülünç ve itibari hesabı. martta, yani resmi yıl daha makuldü. hiç olmazsa güneş hesaplarına uyar.
yahya kemal: insanın ufku insandır.
bir insan kendisini ancak hayatının küçük sorunlarından sıyrıldığı, yahut da onları zihinsel bir şekle soktuğu zaman bulabilir. talihimiz, içimizde çok gizli bir yerdedir. fakat ona erişebilmemiz için birçok şeyden kurtulmamız gerekir. bu, bende çok geç oldu.
sesten çok bahsettim; çünkü insan biraz da sestir. sesimiz nabzımızla beraber değişir. alelade konuşma anında bile -eğer çok genel bir şeyden söz etmiyorsak- sesimiz daima değişir. hislerimiz, heyecanlarımız, bütün iç varlığımız sesimizdedir. çığlık şiirin yarısıdır. bütün sorun dili sesin kendisi yapmaktır. bu, adım adım, yani mısra mısra olur. şu halde her mısra şekildir.
şiir, söylemekten ziyade bir susma işidir. işte o sustuğum şeyleri hikaye ve romanlarımda anlatırım. onun için mümkün olduğu kadar kapalı alemler olmasını istediğim şiirlerimin anahtarlarını roman ve hikayelerim verir.
fazla benimsenen fikirlerimden daima nefret etmişimdir. şahsiyete hürmet ederim. insanlığı severim. fakat her insanı beğenmem ve bütün insanlara acırım. bu demektir ki, oldukça yani herkes kadar hodbinimdir. maymunu sevmem, dedim. insana pek benzediği için. bütün kötü huylarımız bu acayip hayvanda vardır. hilkat onu sakat bir aynamız gibi yaratmıştır. kuşları hemen hemen bulutlar kadar severim. aksi daha doğru olur.
kendime gelince.. insan o kadar önemli değildir. ben de herkes gibiyim.
via zeynep kerman