on sekiz bin yıl kadar önceydi, buzulun dilleri de teker teker erimeye başladılar ve sonra, toprak ısındıkça, güneye doğru uzanan uzuvları koyverdi kendilerini, derin oluklardaki su birikintileri kaldı geriye, buzdan adalar, öksüz buzullar, evet, ölü buzullar dediler onların adına.
bir zamanlar ait olduğu gövdeden kopup incecik oluklara hapsolan buzlar çok geç eriyeceklerdi. hristiyan tarih yazımının başlangıcından on üç bin yıl kadar önceydi, son buzlar da su oldular, sızdılar toprağa, havaya karıştılar, yağmur olup yağdılar, yerle gök arasında devinmeye başladılar. toprak iyice doyduğu için artık alamayınca onları içine, mavi kilin üzerinde toplandı su, yükseldi, yükselip aynadan bir bıçak oldu, kesti kara toprağı boylu boyunca. ve bir oyuğun içinde yeniden zuhur etti, buharlı ve berrak bir göl cisminde. suyun bıçkın buz iken topraktan çalıp götürdüğü kumlar şurdan burdan gelip gölün içine aktılar şimdi; dibine çöktüler, suyun altında sıradağlar kurdular, su başka yerlerde gittiği kadar yürüdü toprağın derinlerine. göl bundan sonra aynalı yüzünü mark'ın tepelerinin arasından gökyüzüne çevirecekti, yeniden serpilen meşelerin, gürgenlerin ve çam ağaçlarının koynunda yatacaktı sere serpe, tertemiz bir çarşaf gibi ve bir gün insanlar zuhur edince, o insanlardan bir de isim edinecekti kendine: mark denizi.
bir gün o da yok olacak. çünkü her göl gibi fani, her boşluk gibi o da sadece bir gün yeniden ve külliyen doldurulmak için var. sahra çölü'nde bile bir zamanlar su bulunurdu. bilimin desertifikasyon dediği, almancada verwüstung [çölleştirme] denilen şey, modern çağ'a özgüdür.