1.04.2013

modern çağ

jenny erpenbeck


evin arkasında bugün artık munis bir tepe gibi uzanan sarp kayalara kadar yürüdü yirmi dört bin yıl kadar önce buzullar. meşe, gürgen ve çam ağaçlarının donmuş dalları buzun yol açtığı müthiş basınçla kırılıp un ufak oldular, kayalık patladı yer yer, zerreleri paramparça olup dört bir yana dağıldı; aslan, çita ve kazma dişli yaban kedileri haliyle güneye göç ettiler. sarp kayaların ötesine geçmedi buz. ve sonra etraf duruldu yavaş yavaş, buz asıl işine döndü, uykuya daldı. devasa gövdesini binlerce yıl boyunca gıdım gıdım uzatıp döndürürken, altındaki kayaları da işte böyle okşayıp yuvarladı şefkatle. daha sıcak yıllarda, on yıllarda, yüz yıllarda buzulun üzerindeki su azıcık eridi ve kayaların altına, kumların kolayca akıp gittiği yerlere aktı. ve böylece buz önüne çıkan her engelde su olup taşımayı öğrendi kendini, ricata geçip akacak yeni yollar açtı önünde, usulca, yılmadan. daha soğuk yıllarda öylesine oradaydı, toprağı ince ince kemirdi yine ve daha soğuk yıllarda, on yıllarda, yüz yıllarda önceden çalışıp açtığı o yollara, o yivlere bastırdı gövdesini var gücüyle, her boşluğu bir bir doldurdu, böyle tutundu buz işte toprağa.

on sekiz bin yıl kadar önceydi, buzulun dilleri de teker teker erimeye başladılar ve sonra, toprak ısındıkça, güneye doğru uzanan uzuvları koyverdi kendilerini, derin oluklardaki su birikintileri kaldı geriye, buzdan adalar, öksüz buzullar, evet, ölü buzullar dediler onların adına.

bir zamanlar ait olduğu gövdeden kopup incecik oluklara hapsolan buzlar çok geç eriyeceklerdi. hristiyan tarih yazımının başlangıcından on üç bin yıl kadar önceydi, son buzlar da su oldular, sızdılar toprağa, havaya karıştılar, yağmur olup yağdılar, yerle gök arasında devinmeye başladılar. toprak iyice doyduğu için artık alamayınca onları içine, mavi kilin üzerinde toplandı su, yükseldi, yükselip aynadan bir bıçak oldu, kesti kara toprağı boylu boyunca. ve bir oyuğun içinde yeniden zuhur etti, buharlı ve berrak bir göl cisminde. suyun bıçkın buz iken topraktan çalıp götürdüğü kumlar şurdan burdan gelip gölün içine aktılar şimdi; dibine çöktüler, suyun altında sıradağlar kurdular, su başka yerlerde gittiği kadar yürüdü toprağın derinlerine. göl bundan sonra aynalı yüzünü mark'ın tepelerinin arasından gökyüzüne çevirecekti, yeniden serpilen meşelerin, gürgenlerin ve çam ağaçlarının koynunda yatacaktı sere serpe, tertemiz bir çarşaf gibi ve bir gün insanlar zuhur edince, o insanlardan bir de isim edinecekti kendine: mark denizi. 

bir gün o da yok olacak. çünkü her göl gibi fani, her boşluk gibi o da sadece bir gün yeniden ve külliyen doldurulmak için var. sahra çölü'nde bile bir zamanlar su bulunurdu. bilimin desertifikasyon dediği, almancada verwüstung [çölleştirme] denilen şey, modern çağ'a özgüdür.