onur caymaz
en büyük fırtınalar, en dingin görünen yerlerde çıkanlardır.
ortalama türk erkeğinin anladığını sandığı üç şey vardır: kadınlar, otomobil, futbol.
bazen karanlıkta görmek, ışıkta seyre durmaktan iyidir.
kolonya, kendisi tamamen yanıp buharlaşana kadar altındaki şeyin yanmasına izin vermez. yanarak korur, koruduğu şeyi.
yaz, asker mektubudur, masal gibi çıkagelir.
yıllardır kahvenin yanında, hafif soğuk olması kaydıyla hep su getirilir. çoğunluk bilmez; aslında o su, kahveden önce ağız çalkalamak içindir, kahveden sonra içmek için değil. sevdiği şeyin tadı, mümkün olduğunca çok kalmalıdır insanın ağzında.
balkon, çocukluğun intiharıdır.
padişah hazretleri, içmeden önce fincanın üzerindeki koyu kahverengi köpüğe parmağını değdirir, o kahveli parmağını da su dolu bardağa sokarmış. su mavi renk alıyorsa fena; kahve zehirli demekmiş zira.
zarif olmak insanın tabiatında var, sonradan öğrenilmez, öyleyseniz öylesinizdir.
en iyi silah, düşmanın elinde en korkulan silahtır.
deli arkadaşlarımızı ötekilerden çok anarız nedense. yıllar sonra "akıllandıklarını" gördükçe, onlara üzülürüz de nedense o kişileri akıllanmış bulan kendimize yanmak gelmez içimizden.
en güzel üç yolculuktur; askerden, hapishaneden, hastaneden dönüş.
düşünmek için bilmek, sezmek için bilmemek gerekir.
kelime, arapça "k-l-m" kökünden gelmekte; yaralamak demektir, iz bırakan, kanayan, acıtan, dağlayan. kelime çul, elbise. terziler dikip duruyor unutulmuş masal şehirlerinde. yaralarımızı gizleyen kelimeler, hayatın gece güzelliği. hem acıtıyor hem de acıyı gizliyor kelime.
insan en çok, bazen her şeyi çözebilen o şaşmaz gülünçlüğe ihtiyaç duyuyor.
insanlar mutluluklarına neden şahit arar?