4.07.2013

flaubert'in papağanı

julian barnes

eksiksiz birliktelikler enderdir. insanlığı değiştiremezsiniz, salt tanıyabilirsiniz. mutluluk, astarı lime lime olan, kızıl bir pelerindir. sevgililer, yapışık ikizler gibidir, tek bir ruha sahip iki gövde; ama içlerinden biri öbüründen önce ölecek olursa, geride kalan hayatının sonuna kadar bir cesedi yanında taşımak zorunda kalır. gurur bize her şeyin çözümünü bulma özlemini verir -çözümünü, amacını, ereğini; ama teleskoplar yetkinleştikçe yeni yıldızlar ortaya çıkar.

"insan bir dostunun yaşamöyküsünü yazdığında bunu onun öcünü alıyormuş gibi yapmalıdır."

insan ancak bir tek şeyi iyi yapabiliyor.

insanın bir öyküde çok şey gördüğünden kuşkulanmaya başladığı an, kendini en savunmasız, yalnız ve belki de budalaca duyduğu andır.

belki ölülerle dost olmanın üstün yanı bu: insanın onlara karşı olan duyguları hiçbir zaman gücünü yitirmiyor.

"mutluluk frengi gibidir. insana vaktinden önce bulaşırsa bünyesini mahveder."

"eğer bir gün ortaya çıkarsam, bu, gövdemi tepeden tırnağa kuşatan bir zırh içinde olacaktır."

"herkesin yüreğinde özel bir bölme vardır. benimkinin kapısına tuğla örüldü."

"neredeyse doğar doğmaz çürüyüp dağılmaya başlıyoruz."

"daha oldukça gençken hayat hakkında eksiksiz bir önsezim olmuştu. bir havalandırma deliğinden yükselen mide bulandırıcı bir yemek kokusu gibiydi bu: insanın böyle bir şeyin kendini kusturacağını bilmesi için, ondan yemiş olması gerekmez."

"benim o, zevkten sonra hemen tiksinti duyan ve kendileri için sevginin salt şehvet biçiminde var olduğu, bayağı adamlardan olduğumu sanma. hayır, benim içimde kabaran o kadar çabuk sönmez. yüreğimin kaleleri ortaya çıkar çıkmaz yosunla kaplanmaya başlayabilirler; ama yıkıntıya dönüşmeleri -bunun tümüyle olduğu söylenebilirse eğer- zaman alır."

"hayat ne iğrenç şey, değil mi? üstünde bir avuç saç yüzen bir çorba gibi. ama insan onu yine de midesine indirmek zorunda."

"hep fildişi bir kulede yaşamaya çalıştım; ama şimdi bir bok dalgası onun duvarlarını dövüyor, çökme tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor."

en kurnaz bir yaşamöyküsü yazarının bile, kendisinin bir gün çıkıp geleceğini sezip onunla eğlenmeye karar vermiş birine karşı elinden ne gelir ki?

"insan hayatın içine dalarsa, onu yeterince net olarak göremez: ondan, bunu yapamayacak kadar acı çeker ya da zevk alır. bence sanatçı bir hilkat garibesi, doğanın dışında bir şeydir. kaderin başına yığdığı bütün belalar, inat edip bu gerçeği yadsımasından gelir.."

"dil, gerçek özlemimiz yıldızlara gözyaşı döktürmekken, ayılar oynayabilsin diye dövdüğümüz çatlak bir çaydanlık gibidir."

"avoir ses ours", birinin "ayılarının gelmiş olması", "adet görmek" anlamına gelir. kadınların böyle dönemlerde öfkeli ayılar gibi olduklarına inanılmasından kaynaklanmış olsa gerek.

"gurur mağaralarda yaşayan ve çölde dolaşan bir vahşi hayvandır. kendini beğenmişlik ise daldan dala atlayan ve herkesin içinde laf ebeliği edip duran bir papağan."

"kaç kez, tam aradığımı yakaladığımı sanırken, yüzüstü düştüm. yine de, kafamın içinde duyabildiğim üslup, bir ırmak gibi kükreyerek ortaya çıkıp papağanların ve cırcırböceklerinin curcunasını boğana dek ölmemem gerektiğine inanıyorum."

"sanatçı kendisinden sonra gelenleri, hiçbir zaman varolmamış olduğuna inandırmayı becermelidir."

vladimir nabokov: kıskançlık, kalıplaşmış davranış biçimlerinin üstüne çıkmanın son derece kalıplaşmış bir biçimidir.

esrarengiz olmak kolaydır, en zor şey açık olmaktır.

bir romanın politikaya bir katkıda bulunmanın en iyi yolu olduğunu sanan bir yazar, genellikle kötü bir romancı, kötü bir gazeteci ve kötü bir politikacıdır.

e.m. forster: ülkeme ihanet etmekle dostlarıma ihanet etmek arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsam, ülkeme ihanet edebilecek gücü bulabilmeyi dilerim.

"şarap, aşk, kadınlar, kahramanlık -bunların tümü betimlenebilir- ama bir ayyaş, aşık, koca ya da er olmamak koşuluyla. insan hayatın içine dalarsa, onu yeterince net olarak göremez; ondan bunu yapamayacak kadar acı çeker ya da zevk alır."

"sanatı oluşturan iyi niyetler değildir."

shakespeare: herkese hak ettiği gibi davranılsa kim kötekten kurtulabilir!

sanatta her şey işleyişe dayanır: bir bitin öyküsü iskender'in öyküsü kadar güzel olabilir. içinizdeki duygulara göre yazmalısınız, bunların gerçek olduklarına emin olun, gerisine boşverin. bir dize iyi olduğunda, her akımın dışına çıkar. bir satır düzyazı, bir dize kadar değiştirilemez olmalıdır. insan iyi yazarsa, söyleyecek şeyi olmamakla suçlanır.

gerçek yalındır.

birtakım erkekler çocuk gibi olurlar: kadınların kendilerini anlamalarını ister, bu amaçla onlara bütün sırlarını anlatır; ama bir kez de hakkıyla anlaşıldılar mı, kadınlardan, kendilerini anladıkları için nefret ederler.

"onur payeleri onur götürür, unvanlar küçültür, insanın bir işinin olması onu budalalaştırır."

louise colet: insanın yaşlılığını israf etmesi bu dönemde hiçbir şey yapmamasından iyidir.

"insan ruhunun tarihi insanlığın budalalığının tarihidir." (voltaire?)

"hüzün bir tür kötü alışkanlıktır."

"insanlar güneşin işlevinin lahanaları olgunlaştırmak olduğuna inanmaya çok hazırlar."
güneşin işlevi lahanaları olgunlaştırmak değildir.

"insanın sevdikleriyle yaşayamamasından sonra en büyük işkence sevmedikleriyle yaşamasıdır."

"budalalık, bencillik ve sağlamlık, mutlu olmak için gerekli olan üç koşuldur ama; budalalık olmazsa, ötekiler bir işe yaramaz."

kitaplar hayatı anlamlandırmamıza yarıyorlar. tek sorun şu ki anlamlandırmamıza yaradıkları hep başkalarının hayatları, hiçbir zaman kendimizinki değil.

logan pearsall smith: insanlar, hayat gibisi yoktur derler; ama ben şahsen okumayı yeğlerim.

"insanlık kusursuz olmaya doğru gittikçe insanın durumu kötüleşiyor. her şey ekonomik çıkarlar açısından değerlendirilmeye başlandığında, erdeme ne yer kalacak? doğa, kendi yarattığı tüm biçimleri yitirecek kadar boyunduruk altına girdiğinde, plastik sanatların hali ne olacak? bu arada da işler iyice karanlıklaşacak."

"burjuvalardan nefret etmek bütün erdemlerin kaynağıdır."

not: tırnak içindeki ifadeler gustave flaubert'e aittir.