susanna tamaro
bir yonca tohumu canlılığını seksen yıl boyunca koruyabilir. olaylar için de böyle olur; onların üstünü bir kayıtsızlık örtüsüyle örtsek de, uzaklara savurmak için onlara doğru üflesek de onlar dinginlik içinde yerlerini korurlar. bu olaylar, er ya da geç ortaya çıkacak birtakım şeylerin filizleridir.
güneşin altında değişen bir şey yok. insanlar, her zaman aynı hayallerin peşine düşmeyi seviyorlar, hepsi korkuyor; bu yüzden bir hayal uyduruyor, onlara anlam ve ortaklık kazandıracak bir değer arıyorlar, koronun bir üyesi olmak ve hep aynı şeyleri yinelemek iyi geliyor. civcivler kuluçka makinesinin ışığı altında sıcacık oturmaktan hoşlanır; insanlar da ütopyaların olanaksız vaatlerinin sıcaklığından.
hiç kimse, insan yaşamının mutlak ve dehşetli yalnızlığının yüzüne vurulmasından hoşlanmaz. bunu gizlemek için de doğduğumuz günden ölene dek çırpınıp duruyoruz. su yüzüne çıkan cesedi görmemek için ziller, tefler çalıp oynuyoruz; çünkü ceset bizim yalnız olduğumuzu, hepimizin umutsuzca yalnız olduğumuzu haykıracaktır; ama bu yalnızca birazcık toz kaldırmak olacaktır, o kadar.
bir sınırı aşmak isteyen, içinde büyük bir şeyler besler. bu, normal insanların başına gelmez hiç. onların önlerine koydukları sınır, her zaman elde etmeleri gereken maddi bir şeydir. daha güzel bir ev, daha kazançlı bir işyeri, ötekilerden farklı bir aşk. doğumdan ölüme dek bu küçük şeyler için didinirler, asla başlarını yukarı kaldırıp bakmazlar.
dostlukta ne sisler vardır ne de aldatmalar. duyuların hazzı uzaktadır, yalnızca zihinden haz beklenir, o da her zaman yükseğe dikmiştir gözünü. insan bir dostunu kurtarmak için canını verebilir; oysa sevgililer çoğu kez insanın canını alır. senin enerjini, düşüncelerini emer, haz ister, zevk ister, toplumda güvenli bir yer ister; bundan sonra önlenemez bir şekilde bebekler gelir ve işte sen o zaman bitmiş sayılırsın. o artık seni bir insan olarak fark etmez bile; sen yalnızca onu bir yerlere taşıyan merdivensindir, onun günlerinin boşluğunu dolduran alışılmış bir gürültüsündür.
insan dünyaya geldiği andan başlayarak kötüdür. bıraktığı parmak izi her zaman kanla ıslanmıştır. zamanla yalnızca tekniğini mükemmelleştirmeyi öğrenmiştir. şimdi artık çok daha az güç sarf ederek daha fazla kişi öldürebilmektedir. bu başarının adı da gelişimdir. gelişim, düşüncenin emrindedir. ya düşünceler nelerdir? en saf halde zehir.
ve sonra özlem panayırı başlar. belli bir yaşa vardık mı hepimiz çağrılıyızdır. orada durursun ve her şeyin daha farklı yaşanmış olabileceği bir nokta ararsın, yönü değiştirebileceğin bir noktayı. böyle bir nokta olmadı mı diye sorarsın kendine. ya da vardı da ben görmedim, görmek istemedim mi? yolu sen çizmişsindir, başkası değil, bu yoldan çıkmak için bir adım yeterlidir. ama seni tutsak eden görünmeyen çizgidir; başka yüksek duvarlar olduğunu sanırsın; ama aslında bu incecik bir iptir, öte yana geçebilmek için bacağını biraz kaldırman yeterlidir.