1.08.2013

dört mevsim

friedrich nietzsche

dört mevsimin, yaşamın dört dönemiyle karşılaştırılması saygıdeğer bir budalalıktır. yaşamın ne ilk ne de son yirmi yılı, bir mevsime karşılık düşer; saçlara düşen akların karlara benzetilmesiyle ve benzeri renk oyunlarıyla yetinilmediği sürece, ilk yirmi yıl genel olarak yaşama hazırlıktır; adeta uzun bir yılbaşı günü olarak, tüm bir yaşam yılına hazırlıktır ve son yirmi yıl da, daha önce yaşantılanan her şeyi gözden geçirir, içselleştirir, kendi içinde bir uyuma sokar: tıpkı, yılbaşı gecesi, geçmiş tüm bir yıla küçük ölçüde yapıldığı gibi. bunların arasında ise aslında, mevsimlerle benzetmeyi akla getiren bir zaman dilimi yer alır: yirminci yaş ile ellinci yaş arasındaki zaman dilimi. bu üç çarpı on yıl, üç mevsime karşılık düşer: yaz, ilkbahar ve sonbahara. insan yaşamının bir kış mevsimi yoktur, araya ne yazık ki hiç de ender olmayan bir biçimde serpiştirilmiş katı, soğuk, yalnız, umutsuz, verimsiz hastalık dönemlerini insanın kış dönemleri olarak adlandırmak istemiyorsak.

yirmili yaşlar: sıcak, zahmetli, fırtınalı, bol bol yeşerten, yorucu, insanın akşamleyin sona eren güne şükrettiği ve alnındaki terleri sildiği yaşlar: çalışmanın bize zor ama zorunlu göründüğü yaşlar; bu yirmili yaşlar yaz mevsimidir yaşamın. buna karşılık otuzlu yaşlar ilkbahardır: hava bir sıcaktır bir soğuk, hep huzursuz ve çekici, her yerde kaynayan sular, yaprak bolluğu, çiçek kokuları, büyüleyici sayısız gündüz ve gece, kuş şakımalarının bizi çağırdığı iş, gerçekten gönülden yapılan bir çalışmadır, bir tür kendi zindeliğini tatmaktır, önceden tadılan umutlarla güçlendirilmiştir. sonunda kırklı yaşlar: sessiz duran her şey gibi gizemli; temiz rüzgarların estiği, yüksek, geniş bir yayla gibi; üzerinde de berrak, bulutsuz, gündüz ve gece boyunca hep aynı uysallıkla bakan bir gökyüzü: hasadın ve en yürekten neşeliliğin mevsimi; bu yaşlar sonbaharıdır yaşamın.