sadi şirazi
adamın biri rüyasında şeytanı görür. bakar ki; servi gibi boyu, huri gibi siması var. yüzü güneş gibi ışık saçıyor. adam bu güzellik karşısında şaşakalır, yanına gider ve ona: "aman allahım, bu ne güzellik böyle! yüzün ay parçası kadar güzelken, insanlar seni neden kötü, çirkin bilir; herkes seni korkunç sanır. hamam kapılarına resmedilen suretin çirkin, saray nakışlarına işleyen görüntün bedbin. bu, neden böyledir?" diye sorunca şeytan feryat edip inler: "ey ademoğlu! bu resimlerdeki sima ben değilim. gerçekte ben, tıpkı senin gördüğün gibi güzellikte eşsiz biriyim. gör ki; kalem düşman elindedir. sırf adem'i cennetten attırdım diye beni böyle çirkin ve kötü çizerler."
birisi, tablanın üzerinde şeker kamışı satıyor, müşteri bulmak için o yer senin, bu yer benim şehri dolanıyordu. derken şehrin kenar mahallerinden birinde gönül dostlarından birine rastgeldi ve ona: "efendi; şimdi al, paran olduğu zaman ödersin." dedi. bunun üzerine o mübarek zat, satıcıya şu yanıtı verdi: "ben şeker kamışına sabrederim de; belki sen bana sabredemezsin."
bir köylünün eşeği ölmüştü. adam tuttu, hayvanın kafasını bahçedeki asmaya nazarlık niyetine astı. güngörmüş bir ihtiyar oradan geçiyordu. bunu görünce gülerek bahçe sahibine seslendi: "a kuzum! yoksa bu eşeğin, tarlandan kem gözleri def edeceğini mi sanıyorsun? şaka mı yapıyorsun? ömrü sıkıntı içinde geçen ve yaralı bereli bir halde ölen, üstelik ölünceye kadar başından, kıçından değneği def edemeyen bu eşeğin sana ne faydası dokunacak?"