erdal öz
yemeden içmeden kesilmişti. fakülteden döner dönmez odasına kapanıyor, yanımıza pek az çıkıyordu.
"neyin var oğlum, hasta mısın, bir derdin mi var senin?"
sorularıma kaçamak karşılıklar veriyor, sarılıp öpüyordu yanaklarımdan.
"paran var mı?"
"yok."
"vereyim."
"gerekirse isterim."
geceleri uyuyamıyordu. odasının ışığı hep yanık oluyordu. aklıma bin türlü şey geliyordu. gidip kulak veriyordum kapısına, ses duyamazsam sesleniyordum:
"uyumadın mı oğlum daha?"
"okuyorum."
bir gece, geç vakit odasından çıkmış, beni salonda, elimde kitapla görünce yanıma gelmişti.
"bak anacığım.." demişti.
böyle başlamıştı. bir şeyler anlatacağı zaman hep böyle başlardı. sonra da uzun uzun anlatmıştı bana.
"peki ama ne yapmayı düşünüyorsun?" demiştim.
gözlerini kaçırmıştı benden. oturduğu yerde duramamış, kalkmıştı.
"bilmiyorum" demişti.
arkası bana dönüktü.
"tek başına ne yapabilirsin ki yavrum?"
"tek başıma değilim."
titremiştim.
ılık bir nisan gecesinde gitti.
yukarı çıktığımda, bıraktığı yanar sigarası, küllüğün kıyısında upuzun tütüyordu. çayı bardağında yarım kalmıştı. yandı durdu sigarası, yandı durdu, uzun bir küle dönüştü, bölündü kül, kırılıp dağıldı küllüğün ortasında.