vladimir nabokov
hiçbir şey mektupların, akla hayale sığmayan taşıyıcıların himayesinde, iç savaşların bıraktığı pisliklerin arasında yolunu nasıl bulabildiğinden daha gizemli değildir.
hiçbir kitap sayfasının kenarına düşülmüş notlar, acının saflığını azaltamaz.
savaşın ve aşırı çalışmanın laneti insanı bir yaban domuzuna, aklını besin bulmakla bozmuş bir canavara dönüştürür.
beşik bir uçurumun üzerinde sallanır ve sağduyumuz bize, varoluşumuzun iki ebedi karanlık arasındaki kısa bir ışık çakmasından başka bir şey olmadığını söyler. bu iki karanlık birbirinin tıpatıp aynısı olsa da, insan kural olarak doğum öncesindeki uçuruma, saatte dört bin beş yüz kalp atışı hızla yetişmeye çalıştığı diğer uçuruma nazaran, daha serinkanlı şekilde bakar.
insan resimlerde gizli olan şeyi bir kere gördü mü, artık görmeden edemez.
hayal gücünün, ölümsüzlerin ve olgunlaşmamışların tattığı o yüce hazzın, bir hududu olmalıdır. yaşamdan tat almanın koşulu, onun tadını haddinden fazla çıkarmamaktır.
insan, geçmişiyle yaşarken kendini hep evinde hisseder.
rüyalarımda gördüğüm ölmüş insanlar, eski aziz, parlak hallerine benzemeyen şekilde sessiz, dertli ve tuhaf şekilde kederlidir. onları, bu dünyada var oldukları sırada hiç gitmedikleri ortamlarda, hiç tanışmadıkları bir arkadaşımın evinde izlemek beni şaşırtmaz. ölüm bir ayıpmış, utanç verici bir aile sırrıymış gibi, bir köşede yere bakarak otururlar. ölümlülük böyle zamanlarda -rüyalarda- değil, büyük neşe ve başarı anlarında, bilinç en yüksek terasına çıkmışken, bir gemi direğinden, geçmişten ve geçmişin kalesinden, kendi hudutlarının ötesine bakma şansını yakalar. ve sisin içinde fazla bir şey görmek mümkün olmasa da, insan bir şekilde, doğru yöne baktığını hissedip mutlu olur.
bir yay çizerek yaldızlı pervane
aşıyor kokulu çayırları
şimdi hatırla; kasvetli bir bahar gününün süzme peynire benzeyen göğünde yükselen bir tarlakuşu, gece vakti uzaktaki bir dizi ağacın fotoğrafını çeken şimşekler, kahverengi kum üzerindeki akağaç yapraklarının oluşturduğu renk paleti, küçük bir kuşun yeni yağmış karda bıraktığı, kama şeklindeki ayak izleri. ne kadar güzel, ne kadar yalnız.
her şey olması gerektiği gibi, hiçbir şey değişmeyecek, kimse asla ölmeyecek.