karşıda orman
-dalgalı, simsiyah bir deniz-
bulutlar
karanlık ve gazaplı bulutları gökyüzünün
benzin kokulu homurtusuyla rampada
bir kamyon gibi
inatçı bir kamyon gibi insanı kızdıran
bu nisan gündüzünün
ümitsiz yalnızlığında
senden ve parke döşeli sokaklardan uzak
bir gurbet yatakhanesinin penceresinden
bakmak dünyaya
tren geliyor
hasret götürüp hasret getiren geliyor
tren geliyor
beni de al götür
al götür beni de
tozuna ve güneşine kurban olduğum memlekete
birdenbire karardı içim
kara gözlümü sanki elimle topraklara vermişim
daha bir hayli zaman
mektuplar taşıyacak beni sana
seni bana
daha bir hayli zaman istasyonda kampana
trenleri bensiz kaldıracak
bilsen ne kadar özledim seni
yaz günleri kaldırıp tül perdeni
kıpkırmızı doğan aya
daha bir hayli zaman bensiz bakacaksın
bensiz üfleyip lambanı
bensiz yakacaksın
baharın bütün ihtişamıyla başladığı bir akşam
portakalların ötesinde doğan aya bakarken pencerenden
uzak, uzak steplerde ölen
kar ve çamura gömülenleri düşün
şimdi onlar yokluklarını
ana, baba, sevgili ve kız kardeş yüreklerinde
bir kurşun yarası gibi gittiler
"hasret kıyamete" sözü artık onlar içindir
biliyorum
ağlarken gülen yaşlı gözleriyle bahar geliyor
sarı sıcaklarıyla yaz gelecek
üzüm mevsiminde ben
fakat onlar
-öksüz çocukların kurşunlanmış babaları-
unutulacaklar resmi tebliğlerde
karşıda orman
homurtulu mosmor bulutlar
yağmur
elbette bu kurşunilik yırtılacak
elbette bahar güneşi parlatacak
ıslak ağaçları
ve tuza banarak erik
çağla
taze badem yiyeceğiz elbette