zülfü livaneli
ormanların kralı aslanın canı sıkılıyormuş. çıkıp bir dolaşayım demiş. yürürken tilki çıkmış önüne: "ulan tilki" demiş, "gel ulan buraya. söyle bakiim, ormanların kralı kimdir?" tilki hemen yaltaklanıp "sensin efendimiz" demiş. aslan yoluna devam etmiş. zürafa çıkmış karşısına. "ulan" demiş, "zürafa. ne boy gezdiriyorsun havalarda! söyle ulan, ormanların kralı kimdir?" zürafa başını yerlere kadar eğip "sensin efendimiz" demiş. aslan, iyice şişinerek yürürken karşısına fil çıkmış. fil, biraz önce karısıyla kavga ettiği için gayet sinirliymiş ve hortumuyla ağaçları tuttuğu gibi sağa sola savuruyormuş. aslan, "ulan fil, ne delleniyorsun? söyle ulan ormanların kralı kim?" der demez, fil bunu hortumuna sardığı gibi kayalara çarpmış. bir süre sonra kendine gelen aslan titreyen bacaklar ve şaşı gözlerle filin önünden geçerken: "ne kızıyorsun yahu?" demiş. "bilmiyorsan, bilmiyorum de!"
sefere çıkacak bir gemi için gemici aranıyormuş. 3 kişi gelmiş. biri demiş ki: "ben çok iyi görürüm." öteki, çok iyi duyduğunu belirtmiş. üçüncü de "benim canım sıkılır." demiş. ilk ikisini almayı düşünmüş kaptan. ama 3 arkadaş anca beraber kanca beraber deyip razı olmayınca üçünü de işe almaya mecbur kalmış. gemi okyanuslara açılmış ve bir gün berbat bir fırtınayla karşılaşmış. her yanından su alan gemi batmak üzereyken, kaptan yeni tayfalardan marifetlerini göstermelerini istemiş. iyi gören demiş ki: "çok ilerde bir fener görüyorum. hatta bekçinin gözlüğü bile var." kaptan umutsuzlukla iyi duyana dönmüş. "arkadaşım doğru söylüyor" demiş iyi duyan. "bekçinin bir ayağı da tahta. merdivenleri çıkarken tak tak diye ses çıkarıyor." üçüncü arkadaşları kaptana: "gördünüz mü" demiş. "işte benim de bunlara canım sıkılıyor."
yaz boyunca karınca kan ter içinde çalışırmış; ağustosböceği ise durmadan şarkı söylemiş. karınca, "şimdi şarkı söylüyorsun, çalışmıyorsun ama kış gelince açlıktan öleceksin!" dermiş ona. ağustosböceği aldırmazmış. derken kış gelmiş. karınca güvenli, sıcak yuvasına kapanmış ve yazın biriktirdiklerini yiyerek huzur içinde geçirmeye başlamış kışı. dışarda kopan fırtınalar, tipiler erişemiyormuş ona. ilk birkaç gün böyle geçmiş. sonra bir hafta, bir ay.. karınca yemek yiyor, yatıyor, sonra kalkıp yine yemek yiyor, yine yatıyormuş. birinci ayın sonunda çıldıracak gibi olmuş karınca. sıkıntıdan aklını kaçıracakmış. bir gün kapıyı açmış ve dışardaki kar fırtınasına doğru avazı çıktığı kadar bağırmış: "gel be ağustosböceği. n'olur gel de bir şarkı söyle!"