aldous huxley
bazı insanlar hiçbir zaman bilinçli olarak kendi karşıtlarını keşfetmezler. diğerleri ara sıra bir ziyaret yapmayı başarırlar. ama bazıları için -ki bunlar çok azdır- istedikleri zaman gidip keşif yapmak hiç de zor değildir.
deneysel psikologların bulgularına göre, eğer bir insanı ışık, ses ve koku bulunmayan "sınırlı bir çevreye" koyarsanız ya da onu, neredeyse algılanamaz tek bir şeye dokunabileceği ılık bir banyonun içine sokarsanız, kısa süre sonra "bir şeyler görmeye", "bir şeyler duymaya" ve tuhaf bedensel uyarımlar algılamaya başlayacaktır.
rüyaların çoğu renksizdir ya da sadece kısmen renklidir veya renkleri soluktur. diğer yandan meskalin ya da hipnoz etkisi altında görülen hayaller her zaman yoğun; hatta denebilir ki, doğaüstü parlaklıkta renklere sahiptir.
çoğu rüya, rüya görenin gizli arzuları ve içgüdüsel yönelimleriyle ilgilidir ya da bu arzu ve yönelimlerin, kaygılı bir vicdan tarafından ya da çevredekiler ne der korkusuyla engellendikleri durumlarda ortaya çıkan çatışmalarla ilgilidir.
cennet her zaman mücevherlerle doludur. bu niye böyledir? bütün insan faaliyetlerini sosyal ve ekonomik ilişkiler sistemi çerçevesinde düşünenler buna şu tür bir yanıt verirler: mücevherler yeryüzünde çok az bulunan şeylerdir. çok az insan bunlara sahiptir. bu gerçekleri telafi edebilmek için yoksulluk altında ezilen çoğunluğun sözcüleri hayali cennetlerini değerli taşlarla doldurmuşlardır. bu "cennette telafi" tezinin hiç kuşkusuz bazı gerçek unsurlarını içerir; ama değerli taşların genelde niçin değerli kabul edildiklerini açıklamaz.
insanoğlu renkli çakıl taşlarını bulmak, çıkarmak ve yontmak için muazzam zaman, enerji ve para harcamıştır. peki niçin? yararcı yaklaşım, böylesine tuhaf bir davranış için hiçbir açıklama sunamaz. ama görsel deneyim gerçeklerini hesaba kattığımızda her şey açıklığa kavuşur. görsel deneyimde insanlar, ezekiel'in "ateşli taşlar" dediği, weir mitchell'in de "şeffaf meyveler" olarak tanımladığı bir bolluk algılarlar. bu şeylerin kendilerine has ışıkları vardır, doğaüstü bir renk parlaklığı sergiler ve doğaüstü bir anlama sahiptirler. bu görsel ışık kaynaklarına en çok benzeyen maddi nesneler değerli taşlardır. böyle bir taşı ele geçirmek, öteki dünyada var olduğu gerçeğiyle değerliliği garantilenmiş bir şeyi ele geçirmek demektir. insanoğlu bu yüzden değerli taşlara tedavi edici ve büyüsel güçler atfeder.
platon: şeyleri oldukları gibi görmek, saf ve anlatılamaz bir mutluluktur.
"yatak yoksulun operasıdır." (italyan atasözü)
pascal: kalbin kendi nedenleri vardır.
sinir sistemi, gövdenin diğer dokularına göre daha duyarlıdır; bu nedenle vitamin eksiklikleri genellikle, en azından gözle görülür bir şekilde deri, kemikler, mukoza, kaslar ve iç organları etkilemeden önce zihinsel yapıyı etkilemektedir. yetersiz beslenmenin ilk sonucu, biyolojik hayatta kalma aracı olan beynin performansının azalmasıdır. yetersiz beslenen insan kaygı, depresyon, melankoli ve korku duygularına daha yatkındır. aynı zamanda hayaller görmeye de yatkındır; çünkü beyin indirgeme filtresinin etkinliği azaltılınca büyük bilinçteki birçok yararsız malzeme bilince akmaktadır.
münzevi düşünürler için her yıl birkaç "büyük perhiz" vardı. bu dönemler arasında bile beslenmeleri son derece yetersizdi. işte birçok manevi yazarca tanımlanmış olan vicdan ve depresyon ıstıraplarının nedeni; işte umutsuzluk ve kendine eziyete varan ürkütücü eğilimlerinin ve intihar girişimlerinin nedeni.. ama aynı zamanda işte o telepatik "ruh algıları", peygamberce içgörüleri, cennete ait hayal ve terimler biçiminde görünen "bedava keremlerin" nedeni. işte, son olarak, her şeydeki bir'e dair "telkinli tefekkürlerinin", "karanlık bilgilerinin" nedeni.
geçmiş sabit ve değiştirilemez bir şey değildir. her gelen kuşak geçmişin gerçeklerini yeniden keşfeder, değerlerini yeniden saptar, anlamları da mevcut zevkler ve uğraşlar bağlamında yeniden tanımlar. aynı belgelerden, anıtlardan ve sanat eserlerinden her çağ kendi ortaçağını, kendi özel çin'ini, özgün yunan'ını keşfeder.
bir sanatçının eseriyle kişiliği arasında asla birebir bir ilişki yoktur.
birçok şizofren zamanlarının çoğunu, ne yeryüzünde ne gökyüzünde ne de cehennemde geçirirler; bilakis hayaletlerin ve gerçekdışılıkların gri, gölgeli dünyasındadırlar hep.