10.11.2018

emek ve yalnızlık

octavio paz

çağımızın tek tanrısı olan iş-güç (kazanç tutkusu) artık yaratıcılığını yitirmiştir. iş-güç, başı sonu olmayan uğraşıyı ve çağdaş toplumun amacı belirsiz yaşam felsefesini simgeler. ve de iş hayatının yol açtığı yalnızlık -otellerin, büroların, koca mağazaların ve sinemaların o kalabalıktan taşan yalnızlığı- ruhu güçlendiren, arındıran yerler ya da yaşantılar değildir. çağdaş dünyanın yalnızlığı, dünyanın çıkmazını yansıtan aynadır.

çağdaş emekçi bireysellikten yoksundur. sınıf olgusu bireyden güçlü olduğu için üretim sırasında emekçi kişiliğini yitirir. endüstri emekçisi olurken bireyselliğini yitirmek insanın başına gelebilecek ilk ve en korkunç parçalanmadır. kapitalizm insanı da üretim sürecinin bir ögesi düzeyine düşürmekle, işçiyi insanca yaşamdan yoksun bırakır. üretim sürecindeki herhangi bir araç gibi, emek, yani emekçi insan da satılabilir ve satın alınabilir. toplumsal durumundan dolayı emekçi insan dünya ile kurduğu insanca ilişkilerini çabucak yitirir. işlettiği makineler onun kendi malı olmadığı gibi, ürettiği mallar da onun değildir. çünkü kişisel şeyler üretmez ve üretimin tek bir yönüyle ilgilendiği için yaratıcı olanların ayrımına varamaz. o bir işçidir.

bütün insanlar yaşamlarının en az bir döneminde kendilerini yapayalnız kalmış duyumsarlar. ve gerçekten de öyledirler. yaşamak, gizemli bir gelecekte varacağımız yere gitmek için geçmişte bulunduğumuz yerden yola koyulmak demektir. yalnızlık, insan duygusunun en derindeki gerçeğidir. yalnız olduğunu bilen ve bir başkasını arayan tek varlık insandır. doğası gereği insan, kendi varlığını bir başkasında gerçekleştirme özlemi içinde ve doğaya "hayır" diyerek yaşar. insan özlemdir, kavuşmak için aranıştır. bu yüzden, kendi varlığını tanır tanımaz kişi, bir eş ya da arkadaştan yoksun olduğunu anlar, yalnızlığının bilincine varır.

bizim yalnızlığımız filoktetes'in sürgün adasındaki tutsaklığına benzer. ondan kurtulmak umuduyla değil de kurtulacağız korkusuyla yaşarız. yoldaşlarımızın varlığına dayanamayız, hoşgörüyle karşılamayız onları. kendi içimize gizleniriz. genellikle açığa vurduğumuz coşkularımız dışındaki bu yalnızlık, yaratıcının ya da kurtarıcının yalnızlığına hiç benzemez. yakınlıkla çekingenlik, haykırış ile suskunluk, fiesta ile uyanıklık arasında gider geliriz. gerçekte hiçbirine tümden bırakmayız kendimizi. aldırmazlıklarımız, boşvermişliklerimiz yaşamı gizleyen ölü maskesidir; yabansı çığlığımız bu maskeyi fırlatır atar gökyüzüne doğru. maske orada gürültüyle patlar. sessizce ve yenilgiyle yere iner.