canıma bir doru kısrakla gelir
öfkeyi sabırda eritir
umut yer
suyunu gözümden içer bir zaman
dağlar of dağlar
arsız otlar gibi büyür gider
geceyarısından sonra yalnızlık
çaresizliğine acırım ellerimin
ellerimi affedemem bir türlü
sen beni affedecek misin
bu bizim bir yanımız yoktan umut
gülünçlüğüne gülünç ama bizimdir
işimiz dünyayı biraz kendimizde
biraz sürdürmek dışımızda sadece
yoksa sonu başından bellidir
her şey olgunlaşır
çürüyüp dökülür zincir
en güzeli, yol yürüyüş öğretir
dostum, eskimeyen arkadaşım
"yönetim ya ilim ile olur ya zulüm ile
bende ilim olmadığından zulüm ile yönettim"
kaçıp sevgilerin korkunç tuzaklarından
kaçıp ana olmaklardan eş olmaklardan
kentlerdeki yadırgı pabuçlu yalnızlığa
dağlardaki kırmızı ışığa varıldı
ey karanlık, tartın nece bozuk olsa
bunca yükü çekemezsin
sunduğu en değerli, yaşamın bana
çoban köpeğinin dikenli tasması bir kolye
kimi kumsaldayım ölü bir deniz kabuğu
kimi kıyı tutmayan deniz oluyorum
onardım kendimi geri çekilmelerle
yaşamı da seni de seviyorum
yaşamın özünden derlememişsek
sözcükleri söze çeviren balı
dala bakmak suyun izini sürmek değilse
dünya düş, yalandır ömrümüz
görmezler içte buncasını
benim kollarımda tek zincir
hey dünya ne verdin onlara
benden eksilttiğin nedir
her denize kıyı olabilir misin
alaca havada açan çiçeğim
sürsün, seni buralara taşıyan yel
bir, ölüm olmasın, mutluyum
varken soluğum, gözlerim
bende bir gülten kaldı
hangi bağa diksem yabancı
sana büyük caddelerin birinde rastlasam
elimi uzatsam tutsam götürsem
gözlerine baksam gözlerine konuşmasak
anlasan
yağmur yağar akasyalar ıslanır
bulutlar uçuşur geceleyin
ben yağmura deli buluta deli
bir büyük oyun yaşamak dediğin
beni ya sevmeli ya öldürmeli
yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa
böcekler gibi başlamalı yeniden
bu allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta
yan garipliğine yürek yan
gitti giden
bütün kusurları sana yükledik ey zaman
bir de mekandan münezzeh olana
ay doğuyor, soğumuş bakır rengiyle
ürküterek vadilerin tarazlanmış sisini
yeni doğmuş kuzuların sesini
bastıran ağıl yanıyor
yanıyor çitler, yolaklar, kayalar
yanıyor som gümüşten
soğumuş ışıltılarla
ay doğuyor
tepelerde gündüzün kaybolan
konakları yeniden kurarak
koca osmanlı mülkünde
biri ötekinin cürmüne
kefil kılınan ahali
kendine işlenen büyük cürmü tanıyınca
birleşti
birleşti kıyam etti
bu
osmanlı mülkünde en uzun kıyametti
onmadı bir daha
et kokunca tuz gerek
ama tuz da koktu
şiiri dağıldı evlerimizin
yavru kedi kuyruğuyla oyunda
gelmeyecek bir mehdiyi
özlemle bekliyor kalabalıklar
yıkılmış kentleri alıp veriyorlar
bir kez daha yıkılıyor bağdat, basra
nasıl sarılırdı hatırlarız bir gün
çile bizim ellerimizde
sonra dönüp dönüp gelinen
sıla oldu kavga
barış uzaklaştı tarih
kirli çakalların dolaştığı
tekinsiz bir orman