nahit sırrı örik
kıskanmak.. seniha'nın yüreğinde ilk beliren, kendisini ilk duyuran ve hemen her gün daha fazla gelişip büyüyen his bu olmuştu. halit'le aralarında 8 yaş vardı ve onu kıskanmadığı bir zamanı hiç bilmiyordu. hayatının en eski, en bulanık ve en silik hatıraları arasında bile bu kıskançlık her şeye hükmeden bir yer tutuyordu. hayal meyal hatırladığı zamanlarda da herkes kendisinin kara kuru, halit'in ise beyaz, sarı saçlı ve mavi gözlü olduğuna bakarak "bu kız, o oğlan olmalıydı!" demişler, hep ağabeyini okşamışlardı. bu okşayanlar, bu sözleri söyleyenler kimlerdi? hemen hiçbirini hatırlayamadığı halde söyledikleri sözleri ve o okşamaları hiç unutmuyordu. çirkinlerin sevilmemeye ve güzeller için daima feda edilmeye mahkum olduklarını seniha pek küçük yaşından itibaren bilmiş, anlamıştı.
yıllar geçip 15-16 yaşına geldiği vakitte de gelişip güzelleşmemiş; fakat kardeşi iltifatını ahbaplarının paylaşamadıkları bir delikanlı olmuştu. halit'i maden mühendisliği tahsil etmesi için almanya'ya göndermişlerdi. ve seniha'nın hesabına da nice fedakarlıklara mal olan bu tahsil yıllarının her tatil devresinde babası ile annesini görmek üzere istanbul'a gelmeyi birçok naz ve niyazlardan sonra kabul edip geldikçe, başka vakitler seniha'ya hiç ehemmiyet vermeyen, manasız, tatsız bir çocuk nazarıyla bakıp ona göre muamele eden kızlar candan birer dostu kesilir, göztepe'deki köşkten ayrılmak istemezlerdi. fakat hep yaza doğru başlayarak ağabeyinin yola çıktığı haber alınır alınmaz en hararetli safhaya giren dostlukların sebebini o pek güzel bildiği halde hiçbir şey anlamamış gibi görünür, bu muvakkat ahbapların hepsine karşı aynı resmi ve çekingen muamelesini hiçbir zaman, hiçbir mevsimde değiştirmezdi.
yine halit'in avrupa'dan geldiği bir seferdi. o zaman halit 24, seniha ise 16 yaşında idiler. delikanlı zaten pek az ve sarı olan bıyık ve sakalını her sabah itina ile tıraş ettiği için mavi gözleri, sarı saçları ve pembe teni ile hala bir genç kızı andırıyordu. bir gün, tahsilde bulunduğu belçika şehrinde geçirilen hayata, bu hayatın eğlencelerine dair birçok şeyler anlatırken, son kışta verilen bir baloya kadın kılığında gittiğini ve birkaç arkadaşı da dahil olduğu halde kimsenin kendisini tanımadığını söz arasında hikaye etmişti. bunun üzerine, etrafını saran küçük hanımlar bir kere daha böyle kadın kıyafetine girmesi için hep birden ısrar etmişler, kendisini kandıramayınca annesini de yardımlarına çağırarak yaşlı kadına türlü şaklabanlıklar etmiş, diller dökmüşlerdi. kaçgöçün henüz ortadan kalkmadığı bu devirde delikanlı oğlunun etrafında yetişkin kızların adeta sabahtan köşke damlayarak ve geceyarılarına kadar kalarak dolaşmalarına ses çıkarmayan bu anne demişti ki: "bari çocukların hatırlarını kırma, halit. dediklerini yap." ve sonra gülerek ilave etmişti: "hani ben de merak etmedim değil!"
bir müddet nazlandıktan sonra halit muvafakat etmiş ve küçük hanımların en uzun boylusu bir maşlaha bürünüp elbisesini kendisine ariyet vermişti. bu, gül kurusu renginde bir elbise idi. başına işlemeli bir tül başörtüsü bulmuşlar, konudan komşudan tedarik edilen iğreti saçlarla adeta bir peruka yapmışlardı. ve gül kurusu rengindeki bu elbise, beyaz bir meşlah ve başındaki iğreti saçlarla delikanlı o kadar kıza ve müstesna bir kıza benzemişti ki, içinde yıllardan beri gizlediği teessürü anneleri mediha hanım artık açığa vurmuş, birden coşan bir muhabbet ve gururla oğlunu kucaklayıp öperken, "ah benim güzel evladım! ne olurdu, zavallı seniha da sana benzeseydi!" demişti.
ağabeyinin etrafında o vakte kadar dudaklarında donuk bir tebessümle dolaşan seniha birden acı acı gülmüş ve rengi sapsarı, oradan kaçmıştı. bütün ısrarlara rağmen tam 3 saat kapalı kaldığı odasından indiği vakit de, yine hep ortalıkta sessiz dolaşan aynı zayıf kızdı. fakat, korkunç denecek kadar sararmış rengiyle kıpkırmızı gözleri, odasında uzun ve çok şiddetli bir buhran geçirmiş olduğunu anlatıyordu.
annesiyle arasında o günün lafı bir daha hiç geçmeyecekti. fakat artık bir daha da seniha annesine sokulmadı. ve annesi arada bir, nadiren, bayram ve kandil gibi sebeplerle kendisini öptükçe, her sefer seniha'nın içine gelen düşünce şu oldu: "muhakkak ki iğreniyor benden. beni iğrene iğrene öpüyor. şu halde bu oyuna, bu yapma sevgiye ne lüzum var?" bununla beraber, seniha o günden evvel güzel olduğu zannına hiç de düşmüş değildi. fakat kendisinin çirkinliğine annesinin bu derecede emin bulunması kıza dokunmuş, annesinin kendisini hiç sevmediğini; işte ancak o gün tamamen anlamıştı. kuzguna bile yavrusu anka görünür dendiği halde bu ne biçim bir ana idi ki kızının çirkinliğinden katiyen emin bulunuyor, bunu açıkça ilan ediyordu!
babaları cemal paşa tekaüt edilince eve giren paranın miktarı birdenbire azalmıştı. ve avrupa'da devlet hesabına maden mühendisliği tahsil ettikten sonra da uzun bir staj devresi geçirmek üzere daha iki yıl orada kalan halit'in bu müddet zarfında aldığı tahsisat nedense az sayılarak, kendisine her ay para göndermek usulüne devam edilmiş, bu usule daha iki yıl riayet olunmuştu. bunun için de eldeki birkaç parça irat satılmış ve daha sonra köşkte kıymetli ne varsa hepsi çarşı yolunu tutmuştu.
fakat bu eşyanın büyük bir kısmı seniha'ya çeyiz olabilecek, bir gün seniha'nın hanımı olacağı evde işine pek yarayabilecek şeylerdi. satılmaları hakkında ilk önce bir tereddüt devresi geçiriliyor, sonra da "aman çocuk yabancı memleketlerde sıkılmasın. inşallah avrupa'dan dönüp yüksek maaşlara geçince bir tanecik kardeşine o daha alalarını alır!" deniyordu.
seniha ağabeyinden kendisine karşı en küçük fedakarlığın bile istenmeyeceğini, fedakarlıkların yalnız ve ancak kendisinden istendiğini bilmiyor değildi. lakin hiçbir defa itiraz etmemiş, ses çıkarmamış, "bu da benim hakkımdır. ben sizin evladınız değil miyim? benim boğazımı doyurmakla bana karşı her borcunuzu ödemiş mi oluyorsunuz?" dememişti. ve seniha'nın bütün fedakarlıklarına ve feragatlerine karşı halit'in avrupa'dan bir gelişinde de ona güzel ve kıymetli denebilecek bir hediye getirdiği vaki olmamıştı. hediye diye aldığı ve paris'in yahut berlin'in en büyük mağazalarında binbir çeşit arasından seçtiğini anlatıp büyük kutuların kat kat pamuklarından ağır ağır soyup çıkardığı şeyleri, beyoğlu'nun orta halli mağazalarında bulmak pek mümkündü. bununla beraber, annesi ile babası her sefer bu hediyeleri adeta bir mucize görüyormuş gibi hayret ve hayranlıkla seyrederler; sonra da, "seniha, bak ağabeyin seni ne kadar seviyor!", "bak, ne iyi bir ağabeyin var, seniha!" diyerek kızın şükran ve minnet göstermesini adeta emrederlerdi.
zorla kendisini sevmelerini seniha babasından ve hatta annesinden de istemek için kendinde hak görmezdi. bunun için de kendisini sevmeyerek ağabeyini sevdiklerinden, ağabeyini kendisine bin kere tercih ettiklerinden dolayı onlara kızmıyor, onlara karşı kine benzer bir his beslemiyordu. fakat hiç değilse tahsiline ehemmiyet vererek istanbul'daki kız idadisine veya kız muallim mektebine gönderselerdi! bu mekteplerin birinden bir şahadetnamesi bulunsa, hiç değilse babası gözlerini yumduğu vakit hoca olarak hayatını kazanırdı. lakin bunu da yapmamışlar, muallim mektebindeki kızlar şuradan buradan gelme fıkara evladı olduğu için bir ferik cemal paşa kızının onların arasında yaşayamayacağını iddia etmişler; saraçhanebaşı'nda bulunan ve nihari olan kız idadisi için ise ta erenköyü'nden kalkarak bir genç kızın her gün tek başına oraya kadar gidip gelmesinin asla münasip olmayacağına hükmetmişlerdi.
seniha biliyordu ki bu yolu gidip gelmede gördükleri yegane mahzur yol masrafıdır. fakat beyhude olacağını düşünerek ve belki bunda da feda edilmekte acı bir zevk bularak, ısrar etmemiş, tahsilde devam etmemeyi de kabul etmişti. ve işte bütün hayatında babasından kalacak çok küçük bir aylıkla sürünecek yahut da kardeşinin evinde bir sığıntı şeklinde kalacaktı. ya üçüncü ihtimal, bir kocaya varmak ihtimali? buna seniha hiç bel bağlayamamış, bu ihtimal üzerine istikbalini kurmaya genç kızların en hayalperest oldukları yaşlarda da cesaret edememişti. hayat gittikçe çetinleşiyor, erkekler gittikçe menfaatperest oluyor, babaları nüfuzlu ve mallı kızlar gittikçe daha fazla aranıyordu. ve cemal paşa hürriyet ilan edilir edilmez tekaüde sevkedilen ve vapurlarda, trenlerde ve mahalle kahveleri ile selamlık odalarında dünya siyasetine yeni bir nizam vermekle meşgul olan hesapsız paşalardan, ay başını iple çeken hesapsız mütekait paşalardan biriydi. onun hem de çirkin kızına kim tamah ederdi?