inci aral
her şeyi isteyen genç ve güzel kadınlar karşısında garip bir korku ve çekingenliğe kapılıyorum. onların yanında kendimi yalnız ve çağ dışı buluyorum. bağlılık ya da evliliği konuşurlarken aşka ve erkeklere karşı bağışıklık kazanmışlar gibi dimdik, inançsız bakıyorlar. cinselliklerini bastırmıyor, kendilerini tanımaya, birlikte oldukları erkekten neyi ne kadar alabileceklerini anlamaya çalışıyorlar. duygusallıktan, incitilmekten, değerlerinden aşağı görülmekten korunmak için bir tür görünmez zırh kuşanmışlar sanki. yaşıtları genç erkekler gibi onlar da, kırılganlıklarını örtmek için yapay bir saldırganlık ve kayıtsızlıkla davranıyorlar. gücenikliklerini şakaya boğuyorlar. deri pantolonlar, erkek botları giyiyorlar, saçlarını jölelere buluyorlar. dayanıklı, korkusuz ve dünyayı umursamaz görünüyorlar.
benimki yadırgamak değil, tersine, hoşuma gidiyorlar. şaştığım şu: bütün bunları ne zaman, ne çabuk, nasıl öğrendiler bu kızlar?
daha dün yağlı saçlar, küt tırnaklar ve parkalarla gezen "bacılar"ın çocukları olan bu kuşak, nasıl oldu da, görkemli otellerin balo salonlarında evlenmeyi, gözde avrupa kentlerine balayına gitmeyi, son model spor arabalarla gezmeyi ve pahalı butiklerden giyinmeyi düşler oldular?
anlamaya çalışıyorum onları. bu harika postmodern kadınlar kuşağını.
benim yetiştiğim dönemdeki baskı ve koşullanmalarla yetişmediklerini biliyorum. ben başka şeylere şaşıyorum. konuşma biçimlerine, kullandıkları sözcüklere. öğrendiklerinin, yüzeysel çekiciliğinin ötesindeki içeriksizliğe, kendi iç derinliklerinin ve düşlerinin sığlığına üzülüyorum. özgürlük sandıkları değerlerin anlamsızlığının farkına varamayışlarına.
onların ilkesi, ne olursa olsun iyi ve mutluymuş izlenimi bırakmak. oysa bu gereksiz bir yorgunluk ve aşırı alçak gönüllülük olarak görünüyor bana.
güçlükle kazanılmış bir hayat benimki. bağışlanmış değil.