deniz değirmen yürüyor
buz aydınlığıyla ve işitilmeden
gözlerimizde
bütün adlar, bütün birlikte yanıp gitmiş adlar
o kadar kutsanacak kül
o kadar kazanılmış toprak
üstünde hafif, öylesine hafif ruh çemberlerinin
parmakları kıllı keşişler açmışlar kitabı: eylül
iason kar atıyor şimdi başvermiş ekinlere
eller dizili bir gerdanlık vermişti sana orman
öylece ölü yürüyorsun ipin üstünde
daha koyu bir mavi katılıyor saçına ve ben
konuşuyorum sevgiden
midyeleri söylüyorum ve hafif bulutları
bir sandal tomurcuklanıyor yağmurda
küçük bir aygır koşturuyor
yaprakları çeviren parmakların üstünde
kara kara açılıveriyor kapı, şarkı söylüyorum
nasıl yaşadık burada
bir yabancı yitmişlik
biçimlenip gelmişti karşına, sanki
neredeyse yaşayacaktın
kül
görkemi var ardında
siz üçyolağzı
ellerin
yeniden dalgalanır saçın, ağlayınca ben
gözlerinin mavisiyle
kurarsın sevgimizin sofrasını
yaz ile güz arasında bir yatak
içeriz bir şey birinin imbiklediği
ne ben, ne sen, ne bir üçüncü
yudumlarız bir boş ve son şeyi
seyrederiz kendimizi derin denizin aynalarında ve
daha hızlı uzatırız yemekleri birbirimize
gece gecedir, sabahla başlar, yatırır beni sana
göz göze, serinlikte
gel şunu da başlatalım birlikte
gel soluyalım o peçeyi
bizi birbirimizden gizleyen
zamanıdır deyince akşam ölçmenin
daha ne kadar kaldığını
her biçimden, kendi girdiği
her biçime, ikimize ödünç verdiği
üzerine yağmur yağan patikada
küçük hokkabaz vaazı sessizliğin
öyle, sanki işitebilecektin
sanki seni hala sevdiğimi
sendin ölümüm
tutabilirdim seni
her şey düşerken elimden
nerede kendimi unuttumsa sende
düşünce oldun
bir şey hışırdayıp geçti ikimizin içinden
dünyanın ilk
en son sallantısı
bende gelişip yükseldi post
borağanlı, ağıza dek
sense gelmiyorsun hiç kendine
düş git kolumun büklümünden
al o tek nabız atışını götür
saklan onun içine
dışarıda