edip cansever
o zaman ıhlamur ağaçları kardan görünmezdi. gözlerim azalırdı, gizlenirdim. babam koyu kahverengi çizmeleriyle karları ezer ezer ezerdi çakıl taşlarının ayaklarının altında oynaştıklarını duyuncaya kadar. annem çatı katının yanındaki sivri kuleden gözlerini ayırmazdı, yeter ki gök kanasındı beyaz beyaz ve kocaman bir alabalığın karnı. uşaklar bir köşeye sinerlerdi, hiç konuşmazlardı, bir kristal sürahi bir rüzgardan ürperir titrerdi. iniltiye benzeyen bir ses yayılırdı. karanlığa yapışırdım, bir kapı karanlığına, bir duvar karanlığına, bir yokuş karanlığına, bir yok oluş karanlığına. ölüm çok uzaklardaydı, o zaman çok uzaklardaydı ölüm.
siz iyi tanımıyorsunuz onu bayan sara, özgür bir kadındır o, bağlanamaz, kimseye bağlanamaz. iyi biliyorum bunu, çok iyi biliyorum. ayrıca.. düşünüyorum da, niye bağlanmalı iki insan birbirine? niye? sevginin sadece sevgiye benzemesini anlayamıyorum ben. çok yapay, çok alışılmış bir şey bu. nedense çoğunluk böyle yaşıyor. o çoğunluk ki, yüzyıllar boyu sevginin gerçek dengesini bozmuş, yaşamın gerçek yüceltisini altüst etmiş.
acılarınıza iyi bakın! sevinçlerinize iyi bakın! çiçeklerinize iyi bakın! onu her zaman görüyordum. her gün hep aynı saatte, aynı yerde, aynı durumda bir fotoğraf çektiriyordu. günlerce sürüyordu bu. yaşamı durdurur gibi, ölümü anlaşılır yapar gibi, kendini bir fotoğraf ölüsüne, yapıştırıyordu sürekli. ölümden gün çalan.. ölümden gün çalıp yaşama bağışlayan.. demek istediğim.. karşılıklı sevginin özgürlükle de, bağlılıkla da hiçbir ilgisi yoktur. sevgi demek çelişki demektir. denge bozulmalı, çelişkiler altüst etmeli her şeyi. gruşenka ile dimitriy'i anımsayın. çelişkiler ayırdı onları, çelişkiler birleştirdi sonunda. mutluluk sürüp giden çelişkilerdir. müzik bitti. geldiler işte. meydan ateşinden, külden geldiler. yaratırken yaratılmaktan geldiler. yaşamla kaplanmışlar, gümüşle, altınla kaplanmış gibi. ilk kez oluyor, böylesi ilk kez oluyor.