marquis de sade
eugénie, gözlerinin önünde gördüğün bu venüs asası, aşkta zevki sağlayan etkenlerin başında gelir: ona çok karakteristik biçimde "organ" denir; insan vücudunda onun giremeyeceği tek bir bölüm yoktur. onu harekete geçiren kişinin tutkularına her zaman itaat eder, kimi zaman amına yerleşip yuva kurar: alışıldık yolu budur. en çok kullanılanı; ama en hoşu değil; daha esrarengiz bir tapınak arayan hovarda genellikle kıç deliğinde zevk almaya çalışır: ağız, göğüs, koltukaltları da bu organa buhurunun yandığı sunaklar sunar; organın tercih ettiği yer neresi olursa olsun, bir süre hareket ettikten sonra beyaz ve yapışkan bir sıvı fışkırttığı görülür, bunun akmasıyla erkek oldukça heyecanlı bir zevke gömülür, ömründe görebileceği zevklerin en tatlısına böylece kavuşur.
cici bir kız düzüşmekle ilgilenmelidir, asla üremekle değil. nüfus artışının bayağı mekanizmalarıyla ilgili şeylerin üstünden atlayacağız ki, esas olarak ve yalnızca hovardaca şehvetlere bağlı kalabilelim, bunlardaki ruh asla çoğalmacı değildir.
bu organ ister önden girsin ister arkadan, bir kadın henüz bu işe alışkın değilse her zaman acı hisseder. ancak acılarla bizi mutluluğa erdirmeyi seçmiş doğa; acılar bir kez yenildiğinde tadılan zevkleri ise başka hiçbir şey veremez ve bu organın kıçlarımıza girişinde hissedilen zevk, aynı girişin önden olmasının sağlayabileceği tüm zevklere tartışmasız biçimde tercih edilir.
kadınları kıçından düzmek ancak yarı yarıya sapkın olmaktır: doğa erkeğin bu fanteziden erkekte yararlanmasını ister; ve özellikle bu zevki erkek için vermiştir. bu tuhaf alışkanlığın doğayı ihlal ettiğini söylemek saçmadır. değil mi ki bize bunu doğa esinliyor, doğayı ihlal etmesi mümkün müdür? doğa kendini yozlaştıran bir şeyi buyurabilir mi? hayır, başka yerler nasıl kullanılıyorsa orası da bize hizmet etmektedir, belki de daha kutsal bir şekilde. üreme, doğanın bir hoşgörüsüdür yalnızca.
hayal gücü, ancak aklımız önyargılardan tamamen kurtulmuşsa işe yarar: tek bir önyargı bile onu yok etmeye yeter. aklımızın bu kaprisli bölümü öyle şehvetlidir ki hiçbir şey onu dizginleyemez; karşısına çıkarılan tüm engelleri parçaladıkça en büyük zaferi, en seçkin zevkleri tadar; hayal gücü düzenin düşmanıdır, düzensizliğe ve suçun renklerini taşıyan her şeye tapar.
en pis olan, en aşağılık olan ve en yasak olan ne varsa, insanın ruhunu en iyi onlar çeler, en iyi kızıştıran onlardır. her zaman için en tatlı zevklerle boşalmamızı bunlar sağlar.
şehvette korkunç olan hiçbir şey yoktur; çünkü şehvetin esinlediği her şey aynı zamanda doğanın esinledikleridir; en olağanüstü, en tuhaf eylemler bile, tüm yasaları, tüm insani kurumları en açık şekilde sarstığı izlenimi verenler bile kesinlikle korkunç değildir ve bu eylemler arasında doğada rastlanmayan tek bir eylem bile yoktur. bununla ilgili olarak kutsal kitap denen ve babil'deki esareti sırasında cahil bir yahudi'nin can sıkıcı intihali olan o bayağı romanda tuhaf bir masala rastlanır; ama bu yanlıştır, tamamen gerçekdışıdır, bu şehirlerin, daha doğrusu bu kasabaların ateşler içinde yok edilmesine yol açmış sapmaların cezalandırılmış olduğu da gerçekdışıdır; sönmüş bazı volkan kraterlerinin üstüne kurulmuş olan sodom ve gomore, vezüv'ün lavlarının yuttuğu italyan şehirleri gibi yok oldular; işte tüm mucize bu.. avrupa'nın bir bölümünde kendilerini bu doğal fanteziye teslim etmiş zavallı insanlara karşı ateş işkencesini barbarca uydurmak için bu çok basit olaydan yola çıkıldı.
doğanın kendi esinlediği şeyi ertesi gün mahkum edecek iki ayrı sesi yoktur. bu zevki yasaklamak ya da mahkum etmek isteyenler çoğalmayı tehdit ettiğini ileri sürerler. bunlar bayağı insanlardır, akılları fikirleri nüfus artışında olan aptallardır ve insanı bu çoğalmadan uzaklaştıran her şeyi suç olarak görürler.
sodomi ve sevicilik doğayı ihlal etmez, tersine, doğaya can sıkıcı evlatlar getirecek bir birleşmeyi inatla reddederek doğaya hizmet ederler. üreme asla doğanın yasalarından biri olmadı, olsa olsa bir hoşgörüdür, söylüyorum size. insan soyunun yeryüzünden silinmesi ya da yok olması doğayı ne ilgilendirir! bu felaket başımıza gelirse her şeyin yok olacağına kendimizi inandırışımızdaki kibirle alay eder! bu yok oluşu fark etmez bile. çoktan yok olup gitmiş türler olduğunu bilmiyor muyuz? türümüzün dünyaya çok yararlı olduğuna ve onu yaymak için çalışmayanın ya da üremeyi yolundan saptıranın kaçınılmaz olarak suçlu olacağına inanmak için salak olmak gerekir!
ey dostlarım, kıç deliğinden haz almayı am deliğine tercih etti diye, hem aşık hem metres olarak iki zevki birden bulduğu bir genç adamı, tek bir haz vaat eden genç bir kıza tercih etti diye bir erkeğin ölümü hak etmiş bir canavar olduğunu düşünmek kadar zırvalık olabilir mi? kendininkinden farklı bir cinsel rolü oynamak istemek canavarlık, hergelelik olur, öyle mi? peki niçin doğa bu zevke duyarlı yarattı insanı?
tüm suçu sizinle aynı zevke sahip olmamak olan bir bedbahtı ölüme mahkum etmeye cesaret gösterecek kadar barbar olunabilir mi?
ah! sevgili eugénie, koca bir yarak arkanızı doldurduğunda nasıl tatlı bir zevk alırsınız bir bilseniz; taşaklara kadar sokulduğunda, kıçınızda ateşli bir şekilde kımıldayıp durduğunda; başın kapçığına kadar çekilip kıllara kadar sokulduğunda alacağınız zevki bilemezsiniz! hayır, hayır, tüm dünyada buna bedel bir zevk yoktur: filozoflara, kahramanlara özgü bir zevktir bu, tanrıların zevkidir, tabii ki bu ilahi zevkin tanrılarıdır yeryüzünde tapmamız gereken tanrılar!
sinsiliği ve ikiyüzlülüğü zorunlu kılan toplumdur: rahat bırakalım kendimizi.
sodomi her açıdan doğanın eseridir ve insanlar doğanın esinlediği şeye daima saygı göstermelidir. eğer, kesin bir sayımın sonucunda, bu zevkin diğerinden son derece daha fazla insanı etkilediği, bundan kaynaklanan zevklerin çok daha canlı olduğu ve bunun sonucu olarak yandaşlarının düşmanlarından binlerce kez daha kalabalık olduğu kanıtlanırsa, bu durumda, bu ahlak bozukluğunun, doğayı ihlal etmek bir yana, onun bakış açılarına hizmet ettiği ve bizim inanmak çılgınlığını gösterdiğimiz zürriyete doğanın daha az inandığı sonucunu çıkarmak mümkün olmaz mı?
muhammed'in kuran'da kutsadığı bu sapıklığa pek eğilimli olan türkler, çok genç bir bakirenin bir oğlan çocuğunun yerini yeterince tutabileceğini ileri sürerlerse de oğlanları sınamadan kadına yöneldikleri enderdir.