alain: bütün güzel şeyler güç ele geçer.
boris vian: her erkek kara derili bir kadınla yatmak ister. bu doğal bir reflekstir. kara derili bir kadınla yatmanın değişik olacağı sanılır. sahiden de değişiktir.
anne bronte: uslanmış serseriler dünyanın en iyi kocaları olurlar.
clifford geertz: insanlara ve olaylara -hatta kendine- hem duygusal hem de soğuk gözle bakabilmek, gerek bireylerde gerekse halklarda olgunluğun en kesin göstergesidir.
fakir baykurt: borç insanın üstünde bir karanlık dağdır, ezer durur adamı.
henryk sienkiewicz: güzelliğin huzurunda küçüldüklerini duyabilenler yalnızca en yüce sanatçılardır.
boris pasternak: ölümden sonra yaşam boş bir düşüncedir. zayıf insanları avutmak, onlara cesaret vermek için uydurulmuştur.
michel foucault: artık başıboş dolaşma. hedefe doğru koşuştur. boş umutlara veda et. hala kendini anımsayabiliyorsan, henüz zaman varken, kendi yardımına koş.
amin maalouf: din kindar olduğunda, hamdolsun kuşku duyanlara!
patrick white: birtakım olağandışı ya da gülünç, kaygısız ya da günahlarından arınmış bireyleri saymazsak, bütün insanların erdemleri birer masaldan başka bir şey değildir.
theodor adorno: seçim, sistemi değiştirebilseydi yasadışı sayılırdı.
alexander herzen: devrime, büyük bir sosyal dönüşüm olacağına inanmak, miras bıraktığım din budur. cenneti olmayan, ödülleri olmayan, kendini dayatmayan, yazgısı olmayan bir dindir bu. akıl, bireysel özgürlük ve kardeş sevgisi; bunlar adına çıktığın yol açık olsun!
27.02.2014
23.02.2014
entelektüellerin sorumluluğu
noam chomsky
her durumda sabah kalktığınızda yaptığınız şeyleri yapmanızı sağlayan şey nedir?
entelektüel işçiler olarak adlandırılan, yani elleri ile değil zihinleri ile çalışan insanların birçoğu katiplikten ibaret olan işlerle uğraşmaktadır. örneğin akademik faaliyetlerin önemli bir kısmı esasen bir çeşit katiplik işidir.
çoğumuzun faaliyetlerinin önemli bir kısmı tekdüzedir, dikkatli bir düşünme sonunda ulaşılmış değildir, bizi gerçekten ilgilendiren problemlere yönelik değildir ve daha derin bir kavrayış geliştirmeye yönelik çabalar ve hatta fırsatlar üzerine bile kurulmuş değildir.
insanların her zaman seçenekleri vardır.
diyelim ki ölüm döşeğindesiniz. kaç kişi geriye dönüp baktığında, bir kişinin dahi öldürülmesini engellemekte katkım oldu diyebilir?
diyelim ki devreye girdiğinde dünyayı havaya uçuracak bir kıyamet makinesi var. bunun nasıl durdurulacağını bilen tek kişi var; ama bunu bize söylemiyor. ondan bu bilgiyi almanın tek yolu ona işkence yapmak. bu şartlar altında işkence kabul edilebilir mi? siz de "bu şartlar altında evet" dersiniz. iyi ama bu durumda işkenceye karşı değilsiniz! burada "kaygan zemin argümanı" dediğimiz bir şeyin içinde bulursunuz kendinizi.
insanların hiçbir şeyin yapılamayacağını düşündüğü toplumlarda doğaüstü şeylere bel bağlarsınız.
insanları yalıtılmış bir durumda tutun; böylece her şeye inanmalarını sağlayabilirsiniz. insanlar da yalıtılmış durumdadır. televizyonun önünde mıhlanıp kalmışlardır. hiçbir örgütlülükleri yoktur. sendikalardan kurtulmanın bu kadar hararetli bir şekilde istenmesinin ardında yatan neden budur: sendikalar sıradan insanların bir araya geldikleri doğal yollardan biridir -ama yine de tek yol değildir. öyleyse bunları yok etmeniz lazım.
birileri azıcık sistemin dışına çıktığında hemen kutularına geri konulur; çünkü birer hizmetçidirler. gerçek iktidar başka bir yerdedir.
her durumda sabah kalktığınızda yaptığınız şeyleri yapmanızı sağlayan şey nedir?
entelektüel işçiler olarak adlandırılan, yani elleri ile değil zihinleri ile çalışan insanların birçoğu katiplikten ibaret olan işlerle uğraşmaktadır. örneğin akademik faaliyetlerin önemli bir kısmı esasen bir çeşit katiplik işidir.
çoğumuzun faaliyetlerinin önemli bir kısmı tekdüzedir, dikkatli bir düşünme sonunda ulaşılmış değildir, bizi gerçekten ilgilendiren problemlere yönelik değildir ve daha derin bir kavrayış geliştirmeye yönelik çabalar ve hatta fırsatlar üzerine bile kurulmuş değildir.
insanların her zaman seçenekleri vardır.
diyelim ki ölüm döşeğindesiniz. kaç kişi geriye dönüp baktığında, bir kişinin dahi öldürülmesini engellemekte katkım oldu diyebilir?
diyelim ki devreye girdiğinde dünyayı havaya uçuracak bir kıyamet makinesi var. bunun nasıl durdurulacağını bilen tek kişi var; ama bunu bize söylemiyor. ondan bu bilgiyi almanın tek yolu ona işkence yapmak. bu şartlar altında işkence kabul edilebilir mi? siz de "bu şartlar altında evet" dersiniz. iyi ama bu durumda işkenceye karşı değilsiniz! burada "kaygan zemin argümanı" dediğimiz bir şeyin içinde bulursunuz kendinizi.
insanların hiçbir şeyin yapılamayacağını düşündüğü toplumlarda doğaüstü şeylere bel bağlarsınız.
insanları yalıtılmış bir durumda tutun; böylece her şeye inanmalarını sağlayabilirsiniz. insanlar da yalıtılmış durumdadır. televizyonun önünde mıhlanıp kalmışlardır. hiçbir örgütlülükleri yoktur. sendikalardan kurtulmanın bu kadar hararetli bir şekilde istenmesinin ardında yatan neden budur: sendikalar sıradan insanların bir araya geldikleri doğal yollardan biridir -ama yine de tek yol değildir. öyleyse bunları yok etmeniz lazım.
birileri azıcık sistemin dışına çıktığında hemen kutularına geri konulur; çünkü birer hizmetçidirler. gerçek iktidar başka bir yerdedir.
22.02.2014
yol ayrımı
kemal tahir
saray yerinde iftiradan keskin silah yoktur.
şurası iyicene bilinmelidir ki, fukara kayserilinin adı çıkmıştır. aslında, nevşehirli, kayseriliyi on kez suya götürür de, on kez susuz getirir. demek ki, bu dünyanın haracı bize verilmiştir.
nedir bu? kaparken sevinmek, açarken sevinmek.. köklü devrim neresinden bilinir? gelirken milleti sevindirmesinden, giderken bir kez daha sevindirmesinden!
bence bugün edirne şehri, sınırlarımızın içindeyse, biz bunu, enver
paşa'ya değil, hatta lozan sulhu'na değil, sinan'ın selimiye'sine borçluyuz. selimiye orada durdukça, edirne de bizim sınırlarımızın içinde durur, hepimiz toptan ölmedikçe..
yanında bunca kuldan bir ademin bile yok
bu nasıl seferdir ki beyim ihtiyar ettin
bana pek az şey sormuştur. ödevlerinde destek aramadı hiç.. bilirsin ya, ne zaman çalıştığını sen de anlayamazdın. çalışmaz gibi dururdu da, her zaman yeteri kadar çalışmış olurdu. bence en iyi öğrenci budur.
bazı şeyleri hep söylemek istiyoruz, karşımızdaki bakalım dinlemek istiyor mu, diye hiç düşünmüyoruz.
bütün tutkular aslında güçsüzlüktür.
birinin ne mal olduğunu anlamak için onunla ya birlikte geziye çıkacaksın ya da aksata edeceksin.
bütün pişmanlıklar da bilirsin, güçsüzlükten gelir. güçsüzlüklerine en berbatı da, yaşlanmak!
deli utanmaz, sahibi utanır.
bir memlekette insanlar namuslu olduklarıyla ayrıca övünüyorlarsa, o memleketin hali dumandır.
"teslim olmak başka şey
esir düşmek başka
seni sevmek başka bir şey hürriyet
uğrunda dövüşmek başka"
"vuruştuk mermisiz, kasaturasız
ne aman istedik, ne aman verdik."
"açtık yürüdük göğsümüzü izmir'e doğru
azrail'i kattık yunan'a, ezdik, öç aldık."
ölülerin anıları dışında, dirilere hükmetmesinden hiç hoşlanmıyordu.
(ölümsüz yiğitler, ölümsüz yazarlar, sanatçılar başka..)
"şu dağın oylumuna
doyulmaz yaylımına
hakkınız helal edin
geldik yol ayrımına."
"geçer günler, geçer günler
geçer ölümler düğünler
hepsi bir şey alır bizden
aşk mı, kin mi, boşvermek mi
hasret mi, murada ermek mi
ne kalacak ikimizden"
bu bizim iii. selim, taşımı ver, diyen türklerdendir, korkuludur, der. haklı! "taşımı ver" demek, hem taşı herife atıyorsun, hem de taş davasına dikiliyorsun!
inanmasa da seğirtir kayserili, ister istemez.
insanları, olayları, fikirleri abartmak.. kendini de -elbette- abarttığı için her şeye abartarak bakmak.. o kadar ki, bu abartış, osmanlı insanında doğal hale geldiğinden ancak, başka ölçülere sahip olanlarca farkına varılır. neden peki? nereden gelmiş? şuradan ki.. şuradan olabilir. çünkü, daha önceleri yoktu bu özellik galiba.. on yedinci yüzyılda.. başlamış, sonlarına doğru çok gelişmiş.. belki de kanuni'de başlamış.. çünkü, imparatorlukta gelişmenin, doğaya karşı büyümeye dönüşü süleyman döneminde başlar. doğaya karşı büyümeye, yani, kansere dönüş..
kanuni lakabı aslında, süleyman'a, kanunsuzluk dönemi açtığı için alay olsun, hakaret olsun diye takılmıştır. kanuni, bütün saltanat dönemini, kanunsuzluklardan kanunsuzluklara yuvarlanarak, hiç faydasız olduğundan, istememesi gerektiği halde evlatlarının etini yiyerek, yaşlanıp güçten düştüğü çağda ise, en fakir reayasına bile kolayca nasip olan bir rahat döşeği bulamayarak, bir eşya gibi, yüklenip zorla sürüklendiği bir seferde, yaralı bir hayvan gövdesi gibi oradan oraya atılarak, sonunda ise, devletin selameti adına ölümü bile diri gösterilmek için insafsızca tartaklanmıştır. böyle başlayan çöküş dönemi uzun süre, içten çürüyüp, dıştan dünyaya meydan okuduğu için osmanlı insanını bir bakıma gerçekçi, bir bakıma gerçek dışına düşürmüş olarak dünyaya başka türlü bakan abartıcı bir yaratık haline getirmiştir.
insanın başına bu memlekette her şey gelir, bunların en önünde aklı almaz alçaklık, en sefil kişisel çıkar, en korkunç aptallık vardır. sonunda, en yüksek makama çıkmışlar için bunun özrü: "haberimiz yoktu." ne demek, "haberimiz yoktu?" suçtur bu, suçtur. hem de en bağışlanmaz, en sefil suç..
"mücadele-i hayattan şu sırrı anladım ki ben
ölüm bir didinmenin sükuna inkılabıdır."
"yağsın nesi varsa kainatın
lakin bu derin sükut dinsin."
"uç!" demişler, "deveyim" demiş, "yük taşı" demişler, "kuşum" demiş ya.. bizim osmanlıya bir dönüp "emperyalist, talancı" diyoruz, bir dönüyoruz "yarı sömürge" diyoruz.
ben ömrümde hep, beni kesin güvene ulaştıracak, orada yaşatacak adamı aramışımdır. ayşe de tersine, istediği gibi çekip çevireceği, dilediği biçime sokacağı adamı arıyor. kendimden biliyorum, bu iki tip, gerçekten mutsuz bile olamazlar. çünkü bilemezler mutluluk ile mutsuzluk arasındaki farkı. daha korkuncu, bunu bilmek de istemezler.
yazı, acemi olursa haklı bir durumu kolayca haksız düşürebilir.
bir çeşit allahlık özentisidir bu.. insanları, insancıl yasalarla yargılamaktan çıkmaktır. kendilerini kutsal misyon yüklenmiş sayanların zulme varan, orada, rahatça yerleşen bağışlamazlığı.. en korkunç alçaklık..
bence kin tutmak, en korkulu duygumuzdur. bu nedenle, kendimizden bile saklarız kolayca..
gerçek romantikler, ne kadar yumuşak, hatta gözü yaşlı görünseler, gerçekten üzülmezler. çünkü, romantik olmak bencil olmaktan gelir bence. gerçekten üzülebilmek için insanın gerçekçi olması gerekir.
ölüm ki, yaşamaya karşı haksız düşmenin son boğumudur, bizde, anaların ezici çoğunluğu, körpe dulluklarında çocuklarının üstüne başka erkek getirmezler. mahpusluk da bir çeşit ölümdür. mahpus adamla, "ben haklıyım, sen haksızsın" davası görülmez. bunlar hep, herifin dışarı çıkmasına bırakılır.
fukara evlerin köşeleri bucakları süprüntülerle doludur tıklım tıklım.. irili ufaklı şişeler, paslı çiviler, yamrı yumru delik kaplar, her boyda, her renkte paçavralar.. meşin kırpıntıları. bir sürü kırık dökük.. eski püskü.. bizim ev böyleydi. "bir gün lazım olur" diye saklıyorduk. hiçbirinin lazım olduğu zaman, bulunup kullanıldığını görmedim. yoksulluğun verdiği korku, bize yıllarca, süprüntü bekçiliği yaptırdı. bu süprüntü bekçiliği yalnız yoksulların işi değil.. zenginler de bir başka çeşit süprüntü bekçisi.. yalnız bekçilik edilen süprüntünün cinsi değişiyor. hisse senetleri.. tahviller.. değerli taşlar, gümüş takımları, halılar, kürkler.. tablolar.. durmadan artırılmak istenen para.. dünyayı kavrayacak kadar genişletilmesine çabalanan iş.. bunlar da bir çeşit süprüntü..
şu bakımdan süprüntü.. bir devlet müzesinin değerini kat kat artıracak bir tabloyu satın alıp duvarınıza asmışsınız da, yıllardır bir kere bile bakmamışsınız. daha korkuncu, bakmışsınız da hiçbir şey anlamamışsınız. koca bir salon dolusu kitaplarınız var, duvarları kaplamış baştan başa.. hepsi maroken ciltli.. çoğu tek kalmış dünyada.. numaralı.. lüks baskılar.. birini bile açmamışsın.. okumak için demiyorum, resimlerine bakmak için olsun.. milyonlarınız var, sofrada dana eti posası geveliyorsunuz. tonlarla şampanya, viski satın almaya gücünüz yeterken, ancak bir bardak maden suyu içmenize izin vermiş doktorunuz.. gene de boyuna biriktiriyorsunuz.. "ilerde lazım olur belki" demeniz bile artık sizi gülünç edecekken.. topladıklarınız süprüntü değil de nedir?
bence ayıp saymamalı insanoğlunun bu denli saçma oluşunu.. acıklı bir şey bu!
rüzgarlarla uluyan ormanların kıyısında, eline geçirdiği bir sopaya dayanarak ayakları üzerinde ilk defa durmaya çalışan çıplak yaratığı düşünüyorum. dört ayaklılar dünyasından kopmuş.. iki ayaklıların dünyasını arıyor. kendi yaratacağı dünyayı.. başı, kim bilir nasıl dönmüştü, boyunun yüksekliğinden.. elleri, karnı, gözleri, iyi ayaklılığının dengesini kim bilir ne zorlukla bulmuştur. insanoğlunun yokluk içinde geçirdiği yüz binlerce yılı düşünüyorum da.. kim bilir ne yaman korkular kaldı o yıllardan içimizde, diyorum. evlerimiz gibi, ruhlarımız da kim bilir ne çeşit süprüntülerle dolu..
saçmalıkların güçleri, saplantı sıralarında meydana çıkıyor. çünkü, hepimiz, kafamızla saplanıyoruz.
bütün saplantılarımız korkularımızdan geliyor. insanoğlu, deli değilse, korkar mutlaka.. saplantılarımızdaki korkunun bize saçma görünmesi, yüz binlerce yılda arta kaldıkları için.. bunlar, gerçek sebeplerini yitirdiğimiz korkuların tortusu.. bu açıdan bakılırsa, hepimiz, biraz köle değil miyiz?
dost olacaksak, birbirimize kabadayılık numaraları yapmayacağız. köleliklerimizi örtbas etmeye çabalamayacağız. tersine, birbirimize yardımcı olmaya çabalayacağız güçsüz düştüğümüz yerlerde.. sağ avucunun içini öptü: "sizi çok seviyorum" desem, bana inanır mısınız, şu kadarcık?
saray yerinde iftiradan keskin silah yoktur.
şurası iyicene bilinmelidir ki, fukara kayserilinin adı çıkmıştır. aslında, nevşehirli, kayseriliyi on kez suya götürür de, on kez susuz getirir. demek ki, bu dünyanın haracı bize verilmiştir.
nedir bu? kaparken sevinmek, açarken sevinmek.. köklü devrim neresinden bilinir? gelirken milleti sevindirmesinden, giderken bir kez daha sevindirmesinden!
bence bugün edirne şehri, sınırlarımızın içindeyse, biz bunu, enver
paşa'ya değil, hatta lozan sulhu'na değil, sinan'ın selimiye'sine borçluyuz. selimiye orada durdukça, edirne de bizim sınırlarımızın içinde durur, hepimiz toptan ölmedikçe..
yanında bunca kuldan bir ademin bile yok
bu nasıl seferdir ki beyim ihtiyar ettin
bana pek az şey sormuştur. ödevlerinde destek aramadı hiç.. bilirsin ya, ne zaman çalıştığını sen de anlayamazdın. çalışmaz gibi dururdu da, her zaman yeteri kadar çalışmış olurdu. bence en iyi öğrenci budur.
bazı şeyleri hep söylemek istiyoruz, karşımızdaki bakalım dinlemek istiyor mu, diye hiç düşünmüyoruz.
bütün tutkular aslında güçsüzlüktür.
birinin ne mal olduğunu anlamak için onunla ya birlikte geziye çıkacaksın ya da aksata edeceksin.
bütün pişmanlıklar da bilirsin, güçsüzlükten gelir. güçsüzlüklerine en berbatı da, yaşlanmak!
deli utanmaz, sahibi utanır.
bir memlekette insanlar namuslu olduklarıyla ayrıca övünüyorlarsa, o memleketin hali dumandır.
"teslim olmak başka şey
esir düşmek başka
seni sevmek başka bir şey hürriyet
uğrunda dövüşmek başka"
"vuruştuk mermisiz, kasaturasız
ne aman istedik, ne aman verdik."
"açtık yürüdük göğsümüzü izmir'e doğru
azrail'i kattık yunan'a, ezdik, öç aldık."
ölülerin anıları dışında, dirilere hükmetmesinden hiç hoşlanmıyordu.
(ölümsüz yiğitler, ölümsüz yazarlar, sanatçılar başka..)
"şu dağın oylumuna
doyulmaz yaylımına
hakkınız helal edin
geldik yol ayrımına."
"geçer günler, geçer günler
geçer ölümler düğünler
hepsi bir şey alır bizden
aşk mı, kin mi, boşvermek mi
hasret mi, murada ermek mi
ne kalacak ikimizden"
bu bizim iii. selim, taşımı ver, diyen türklerdendir, korkuludur, der. haklı! "taşımı ver" demek, hem taşı herife atıyorsun, hem de taş davasına dikiliyorsun!
inanmasa da seğirtir kayserili, ister istemez.
insanları, olayları, fikirleri abartmak.. kendini de -elbette- abarttığı için her şeye abartarak bakmak.. o kadar ki, bu abartış, osmanlı insanında doğal hale geldiğinden ancak, başka ölçülere sahip olanlarca farkına varılır. neden peki? nereden gelmiş? şuradan ki.. şuradan olabilir. çünkü, daha önceleri yoktu bu özellik galiba.. on yedinci yüzyılda.. başlamış, sonlarına doğru çok gelişmiş.. belki de kanuni'de başlamış.. çünkü, imparatorlukta gelişmenin, doğaya karşı büyümeye dönüşü süleyman döneminde başlar. doğaya karşı büyümeye, yani, kansere dönüş..
kanuni lakabı aslında, süleyman'a, kanunsuzluk dönemi açtığı için alay olsun, hakaret olsun diye takılmıştır. kanuni, bütün saltanat dönemini, kanunsuzluklardan kanunsuzluklara yuvarlanarak, hiç faydasız olduğundan, istememesi gerektiği halde evlatlarının etini yiyerek, yaşlanıp güçten düştüğü çağda ise, en fakir reayasına bile kolayca nasip olan bir rahat döşeği bulamayarak, bir eşya gibi, yüklenip zorla sürüklendiği bir seferde, yaralı bir hayvan gövdesi gibi oradan oraya atılarak, sonunda ise, devletin selameti adına ölümü bile diri gösterilmek için insafsızca tartaklanmıştır. böyle başlayan çöküş dönemi uzun süre, içten çürüyüp, dıştan dünyaya meydan okuduğu için osmanlı insanını bir bakıma gerçekçi, bir bakıma gerçek dışına düşürmüş olarak dünyaya başka türlü bakan abartıcı bir yaratık haline getirmiştir.
insanın başına bu memlekette her şey gelir, bunların en önünde aklı almaz alçaklık, en sefil kişisel çıkar, en korkunç aptallık vardır. sonunda, en yüksek makama çıkmışlar için bunun özrü: "haberimiz yoktu." ne demek, "haberimiz yoktu?" suçtur bu, suçtur. hem de en bağışlanmaz, en sefil suç..
"mücadele-i hayattan şu sırrı anladım ki ben
ölüm bir didinmenin sükuna inkılabıdır."
"yağsın nesi varsa kainatın
lakin bu derin sükut dinsin."
"uç!" demişler, "deveyim" demiş, "yük taşı" demişler, "kuşum" demiş ya.. bizim osmanlıya bir dönüp "emperyalist, talancı" diyoruz, bir dönüyoruz "yarı sömürge" diyoruz.
ben ömrümde hep, beni kesin güvene ulaştıracak, orada yaşatacak adamı aramışımdır. ayşe de tersine, istediği gibi çekip çevireceği, dilediği biçime sokacağı adamı arıyor. kendimden biliyorum, bu iki tip, gerçekten mutsuz bile olamazlar. çünkü bilemezler mutluluk ile mutsuzluk arasındaki farkı. daha korkuncu, bunu bilmek de istemezler.
yazı, acemi olursa haklı bir durumu kolayca haksız düşürebilir.
bir çeşit allahlık özentisidir bu.. insanları, insancıl yasalarla yargılamaktan çıkmaktır. kendilerini kutsal misyon yüklenmiş sayanların zulme varan, orada, rahatça yerleşen bağışlamazlığı.. en korkunç alçaklık..
bence kin tutmak, en korkulu duygumuzdur. bu nedenle, kendimizden bile saklarız kolayca..
gerçek romantikler, ne kadar yumuşak, hatta gözü yaşlı görünseler, gerçekten üzülmezler. çünkü, romantik olmak bencil olmaktan gelir bence. gerçekten üzülebilmek için insanın gerçekçi olması gerekir.
ölüm ki, yaşamaya karşı haksız düşmenin son boğumudur, bizde, anaların ezici çoğunluğu, körpe dulluklarında çocuklarının üstüne başka erkek getirmezler. mahpusluk da bir çeşit ölümdür. mahpus adamla, "ben haklıyım, sen haksızsın" davası görülmez. bunlar hep, herifin dışarı çıkmasına bırakılır.
fukara evlerin köşeleri bucakları süprüntülerle doludur tıklım tıklım.. irili ufaklı şişeler, paslı çiviler, yamrı yumru delik kaplar, her boyda, her renkte paçavralar.. meşin kırpıntıları. bir sürü kırık dökük.. eski püskü.. bizim ev böyleydi. "bir gün lazım olur" diye saklıyorduk. hiçbirinin lazım olduğu zaman, bulunup kullanıldığını görmedim. yoksulluğun verdiği korku, bize yıllarca, süprüntü bekçiliği yaptırdı. bu süprüntü bekçiliği yalnız yoksulların işi değil.. zenginler de bir başka çeşit süprüntü bekçisi.. yalnız bekçilik edilen süprüntünün cinsi değişiyor. hisse senetleri.. tahviller.. değerli taşlar, gümüş takımları, halılar, kürkler.. tablolar.. durmadan artırılmak istenen para.. dünyayı kavrayacak kadar genişletilmesine çabalanan iş.. bunlar da bir çeşit süprüntü..
şu bakımdan süprüntü.. bir devlet müzesinin değerini kat kat artıracak bir tabloyu satın alıp duvarınıza asmışsınız da, yıllardır bir kere bile bakmamışsınız. daha korkuncu, bakmışsınız da hiçbir şey anlamamışsınız. koca bir salon dolusu kitaplarınız var, duvarları kaplamış baştan başa.. hepsi maroken ciltli.. çoğu tek kalmış dünyada.. numaralı.. lüks baskılar.. birini bile açmamışsın.. okumak için demiyorum, resimlerine bakmak için olsun.. milyonlarınız var, sofrada dana eti posası geveliyorsunuz. tonlarla şampanya, viski satın almaya gücünüz yeterken, ancak bir bardak maden suyu içmenize izin vermiş doktorunuz.. gene de boyuna biriktiriyorsunuz.. "ilerde lazım olur belki" demeniz bile artık sizi gülünç edecekken.. topladıklarınız süprüntü değil de nedir?
bence ayıp saymamalı insanoğlunun bu denli saçma oluşunu.. acıklı bir şey bu!
rüzgarlarla uluyan ormanların kıyısında, eline geçirdiği bir sopaya dayanarak ayakları üzerinde ilk defa durmaya çalışan çıplak yaratığı düşünüyorum. dört ayaklılar dünyasından kopmuş.. iki ayaklıların dünyasını arıyor. kendi yaratacağı dünyayı.. başı, kim bilir nasıl dönmüştü, boyunun yüksekliğinden.. elleri, karnı, gözleri, iyi ayaklılığının dengesini kim bilir ne zorlukla bulmuştur. insanoğlunun yokluk içinde geçirdiği yüz binlerce yılı düşünüyorum da.. kim bilir ne yaman korkular kaldı o yıllardan içimizde, diyorum. evlerimiz gibi, ruhlarımız da kim bilir ne çeşit süprüntülerle dolu..
saçmalıkların güçleri, saplantı sıralarında meydana çıkıyor. çünkü, hepimiz, kafamızla saplanıyoruz.
bütün saplantılarımız korkularımızdan geliyor. insanoğlu, deli değilse, korkar mutlaka.. saplantılarımızdaki korkunun bize saçma görünmesi, yüz binlerce yılda arta kaldıkları için.. bunlar, gerçek sebeplerini yitirdiğimiz korkuların tortusu.. bu açıdan bakılırsa, hepimiz, biraz köle değil miyiz?
dost olacaksak, birbirimize kabadayılık numaraları yapmayacağız. köleliklerimizi örtbas etmeye çabalamayacağız. tersine, birbirimize yardımcı olmaya çabalayacağız güçsüz düştüğümüz yerlerde.. sağ avucunun içini öptü: "sizi çok seviyorum" desem, bana inanır mısınız, şu kadarcık?
21.02.2014
criminal minds
karanlık düşüncelere sahip olmakla tehlikeli olmak arasında büyük fark vardır.
kötü yetiştirme tarzı geleceğin göstergesidir.
"bir ev sadece toprak üzerinde durmaz; bir kadın üzerinde yükselir." (meksika atasözü)
kimse başkasının, kendi kum kovasına işemesini istemez.
ne yazık ki, değişken bir aklın bir şeyi nasıl yorumlayacağını tahmin etmek imkansızdır.
bir hayat kurtarırsan dünyayı kurtarmış olursun.
2 gram saf şarbon etkili biçimde yayılırsa 25 milyon insanı öldürebilir. 20 gram kadar saf şarbon ise 250 milyon kişiyi öldürebilecek güçtedir.
zeka ve farkındalık her zaman dürtülerimizi kontrol etmeye yetmez. problemi kabul etmek onunla başa çıkabileceğiniz anlamına gelmez.
bizi tanımlayan şey sürekli değişimdir.
"imkansızları elediğinde geriye kalan inanılması güç de görünse gerçeklerdir." (sherlock holmes)
bazen yeterince büyük bir ceza yokmuş gibi geliyor.
katiller kurbanlarına, kendi zarar gördükleri şekilde zarar verirler.
hiçbir şey sadece bir resim değildir. eğer doğru bakılırsa, birisinin dünya görüşünü, takıntılarını ve bilinçaltının izlerini görebilirsin.
kötülüğün kültürel kimlikle ilgisi yoktur. insanla ilgilidir.
kötü yetiştirme tarzı geleceğin göstergesidir.
"bir ev sadece toprak üzerinde durmaz; bir kadın üzerinde yükselir." (meksika atasözü)
kimse başkasının, kendi kum kovasına işemesini istemez.
ne yazık ki, değişken bir aklın bir şeyi nasıl yorumlayacağını tahmin etmek imkansızdır.
bir hayat kurtarırsan dünyayı kurtarmış olursun.
2 gram saf şarbon etkili biçimde yayılırsa 25 milyon insanı öldürebilir. 20 gram kadar saf şarbon ise 250 milyon kişiyi öldürebilecek güçtedir.
zeka ve farkındalık her zaman dürtülerimizi kontrol etmeye yetmez. problemi kabul etmek onunla başa çıkabileceğiniz anlamına gelmez.
bizi tanımlayan şey sürekli değişimdir.
"imkansızları elediğinde geriye kalan inanılması güç de görünse gerçeklerdir." (sherlock holmes)
bazen yeterince büyük bir ceza yokmuş gibi geliyor.
katiller kurbanlarına, kendi zarar gördükleri şekilde zarar verirler.
hiçbir şey sadece bir resim değildir. eğer doğru bakılırsa, birisinin dünya görüşünü, takıntılarını ve bilinçaltının izlerini görebilirsin.
kötülüğün kültürel kimlikle ilgisi yoktur. insanla ilgilidir.
20.02.2014
kabuk adam
aslı erdoğan
yalnızca kötülüğün en dibine inenler erdemin doruklarına varabilirler.
bir kitabın kapağına bakarak içindekileri anlayamazsın.
"marmara denizi'nin bir ömür boyu öğretemediğini, okyanus bir dakikada öğretir."
her insanın, gün gelip de düşüp parçalanmaktan kendisini güçlükle alıkoyduğu bir uçurumu vardır.
akılcı, mantıklı yaklaşımlardan, ucuz sevgi sözcükleri kadar iğrenirim; yeryüzü, zekalarından başka bir şeyi olmayan insanlarla yeterince dolu zaten.
hayatta hiç kimseden, hiçbir şeyden korkmam. kendin olmayı ancak öyle öğrenirsin.
çok zeki ve duyarlıydı; bu iki özelliğin bir kadında birleşmesi onu çoğu zaman felakete götürür.
ben öyle bir kadın istiyorum ki, onunla evreni yeniden kurabileyim. bir aile, bir ev kurmaktan da öte; bütün dünyayı sil baştan beraber yaratmalıyız.
karanlıktan herkes korkar; ama karanlıktakilerin aydınlığa çıkarılması gerekir.
arzu kolaylıkla bastırılabilir; ama asla unutulmaz.
genç ve güzel bir kadınsanız eğer, erkekler gövdenizi asla reddetmezler; sizi reddetseler bile.
korkmadığını söylediğin şeylerden korktuğuna eminim. istemediğini söylediğin şeyleri de çok istiyorsun. umutsuzluk değil seninki; sadece bıkkınlık. yaşayan herkesin umudu vardır.
hiçbir zaman sonuna dek gitmeyi başaramadım.
her şey ne kadar yalın ve basitti. cinayet dünyanın en sıkıcı, en sıradan işiydi; insani, duygusal, ahlaki bir boyutu, herhangi bir karanlığı, bir gizemi yoktu. birinin dilini kesmek kadar olağandı.
sonuçta insan yaşamayı hep sürdürmek zorunda ve bunun için de kendisiyle birlikte yaşamayı öğrenmeli. gündelik hayat denilen o sığ, engin denizde bir dizi mercandan başka bir şey değil işlediğimiz cinayetler, gizli suçlar, sırlar..
iki insanın çıplak, maskesiz, bir zırha ya da kalkana sığınmadan iletişim kurabilmesi kutsal, mucizevi bir şeydi. ortak bir geçmişe, birlikte var olma düşlerine dayanmayan bir ilişki, alabildiğine güçlü ama bir o kadar da kırılgandı.
önceki geceyi tekrar yaşamayı ummuştum; ama o, insanın hayatında yalnızca bir kez gerçekleşebilen bir şeydi. bir anıyı yeniden yaşamaya çalışmak ne kadar umutsuz, anlamsızdı. yapay bir mücevherden daha uyduruk bir şeydi.
"yaşama kabızlığı" diye adlandırdığım o illete tutulmamış olanlar, yazar olmayı akıllarından bile geçirmezler.
biz kadınlar, cinsellik söz konusu olduğunda umulmadık davranışlar gösterebiliriz ve bu da bedenimizle ilişkilerimizin karmaşıklığından kaynaklanır.
kadınları cinselliklerinden dolayı yargılamaya kalkan maçoları kendi silahlarıyla vurmak çok zevklidir.
hepimiz okyanusun sonsuzluğunda kaybolmuş yapayalnız adacıklardık; sınırlarımızı aşıp bir başkasına dokunabilmemiz, bir yanılsamaydı yalnızca.
"cehenneme giden yolun taşları iyi niyetle döşenmiştir." derler ama ben buna inanmıyorum. her iyi niyet taşını ters çevirin, altında bir alçaklık saklıdır.
yalnızca kötülüğün en dibine inenler erdemin doruklarına varabilirler.
bir kitabın kapağına bakarak içindekileri anlayamazsın.
"marmara denizi'nin bir ömür boyu öğretemediğini, okyanus bir dakikada öğretir."
her insanın, gün gelip de düşüp parçalanmaktan kendisini güçlükle alıkoyduğu bir uçurumu vardır.
akılcı, mantıklı yaklaşımlardan, ucuz sevgi sözcükleri kadar iğrenirim; yeryüzü, zekalarından başka bir şeyi olmayan insanlarla yeterince dolu zaten.
hayatta hiç kimseden, hiçbir şeyden korkmam. kendin olmayı ancak öyle öğrenirsin.
çok zeki ve duyarlıydı; bu iki özelliğin bir kadında birleşmesi onu çoğu zaman felakete götürür.
ben öyle bir kadın istiyorum ki, onunla evreni yeniden kurabileyim. bir aile, bir ev kurmaktan da öte; bütün dünyayı sil baştan beraber yaratmalıyız.
karanlıktan herkes korkar; ama karanlıktakilerin aydınlığa çıkarılması gerekir.
arzu kolaylıkla bastırılabilir; ama asla unutulmaz.
genç ve güzel bir kadınsanız eğer, erkekler gövdenizi asla reddetmezler; sizi reddetseler bile.
korkmadığını söylediğin şeylerden korktuğuna eminim. istemediğini söylediğin şeyleri de çok istiyorsun. umutsuzluk değil seninki; sadece bıkkınlık. yaşayan herkesin umudu vardır.
hiçbir zaman sonuna dek gitmeyi başaramadım.
her şey ne kadar yalın ve basitti. cinayet dünyanın en sıkıcı, en sıradan işiydi; insani, duygusal, ahlaki bir boyutu, herhangi bir karanlığı, bir gizemi yoktu. birinin dilini kesmek kadar olağandı.
sonuçta insan yaşamayı hep sürdürmek zorunda ve bunun için de kendisiyle birlikte yaşamayı öğrenmeli. gündelik hayat denilen o sığ, engin denizde bir dizi mercandan başka bir şey değil işlediğimiz cinayetler, gizli suçlar, sırlar..
iki insanın çıplak, maskesiz, bir zırha ya da kalkana sığınmadan iletişim kurabilmesi kutsal, mucizevi bir şeydi. ortak bir geçmişe, birlikte var olma düşlerine dayanmayan bir ilişki, alabildiğine güçlü ama bir o kadar da kırılgandı.
önceki geceyi tekrar yaşamayı ummuştum; ama o, insanın hayatında yalnızca bir kez gerçekleşebilen bir şeydi. bir anıyı yeniden yaşamaya çalışmak ne kadar umutsuz, anlamsızdı. yapay bir mücevherden daha uyduruk bir şeydi.
"yaşama kabızlığı" diye adlandırdığım o illete tutulmamış olanlar, yazar olmayı akıllarından bile geçirmezler.
biz kadınlar, cinsellik söz konusu olduğunda umulmadık davranışlar gösterebiliriz ve bu da bedenimizle ilişkilerimizin karmaşıklığından kaynaklanır.
kadınları cinselliklerinden dolayı yargılamaya kalkan maçoları kendi silahlarıyla vurmak çok zevklidir.
hepimiz okyanusun sonsuzluğunda kaybolmuş yapayalnız adacıklardık; sınırlarımızı aşıp bir başkasına dokunabilmemiz, bir yanılsamaydı yalnızca.
"cehenneme giden yolun taşları iyi niyetle döşenmiştir." derler ama ben buna inanmıyorum. her iyi niyet taşını ters çevirin, altında bir alçaklık saklıdır.
19.02.2014
bütün yort savul'lar!
ece ayhan
öldükleri zaman da tersine yarışırlar
bir gülüşün var ayakta kötü elbet
burcuvalıklarında bir dudak gül gibi
bütün ellerinin sokakları aşktır senin
çiçek. çiçek satıcılığıyla başlamışım serüvenlerime. iplere dizili
çiçekler ve çocuklar, gül kurusu. ama nasıl da büyülüymüşüm
o zamanlar, bir pericik yüzünden bakılamazmış. boş arsaları
vardır yaz gecelerinde hafifsi malta hummalarının
kış gecelerinde de sonsuz beberuhili sanrıların harabeleri.
sonra taştan geçit. elli yaşlarında bir cadının çekmecesinde yaşıyorum
çivilenmiş. -gerçekten, yaşıyor muyum acaba? mevsimin ne
olduğu bilinmiyor ve ben pek üşüyorum. gibi u.
ay; gecikmiş ağı, yosun yeşili bir canavar. ilerlemiş gece
kanatsız yarasalar, ıslanmış silahlar. devrilmiş bir tramvay
caddede. bunlar, kargınmış bir ilkyazın simgeleri. büyük uçurtmamı
çalmışlar deliliğimden, mor gözlü çocuk ölüsü bir pazar
onu bulamıyorum
ah karpuzun içindeki kesmece delikanlım istanbul
yüreğini utanarak saklıyor ve çürümüş çiçek kokuyorsun
geceleri, aydan, evlere girilemiyordu
ingiltere ingiltere'ye karşı
julian barnes
yurtseverliğin en istekli yatak arkadaşı bilgi değil, cehalettir.
iyi bir dayağın yoluna koyamayacağı hiçbir şey yoktur.
dünyada, insanın hayatını hoş bir kadınla birlikte geçirmesi fikri kadar aklı çelen ve bulandıran bir şey yoktur.
eteklerinin altına bakabilmek için kadınları bir kaidenin üzerine koyar erkekler.
bizler, sanat yapıtının röprodüksiyonunu sanat yapıtının kendisine, yalnız dinlenebilen kompakt diskin mükemmel sesini boğazları ağrıyan binlerce kurbanın eşliğinde verilen bir senfoni konserine, teybe alınan kitabı kucağımıza koyduğumuz kitaba yeğliyoruz.
hasar, çocukluğun normal bir parçasıdır.
kadınlar hep geleneksel olarak kendilerini erkeklerin ihtiyaçlarına uydurmuşlardır.
kiniklik tamamen yalnız kişilere özgü bir erdemdir.
kültürde olsun, doğada olsun, hala belli bir anlama sahip ama sürekli olarak azalmaya mahkum eski kitaplar ve eski binalar mirasının ötesinde, modern endüstrinin araçlarına ve çıkarlarına göre dönüştürülmeyen, kirletilmeyen hiçbir şey kalmamıştır.
en kötü olanlar, her zaman ailelerine bağlı adamlardır.
bir adam kızlarından başka evlat sahibi olmamışsa, adı sonsuzluktan ödünç alınmış değersiz bir şeydir sadece.
geçmiş, aslında süslü giysiler giymiş şimdiden başka bir şey değildir.
aşk ve evlilik farklı durumlardır. kötülüklerin ıstırabını birlikte çekecek olanlar ve çoğu kez birbirleri uğruna çekecek olanlar, çok geçmeden, bakışlardaki o sevecenliği, saf hazların ve art arda gelen eğlencelerin birbirine katılmasından doğan o iyicilliği yitirirler.
günümüzde her şey lanet olasıca bir sözleşmede yer alıyor. dünyanın gidişatı böyle.
yurtseverliğin en istekli yatak arkadaşı bilgi değil, cehalettir.
iyi bir dayağın yoluna koyamayacağı hiçbir şey yoktur.
dünyada, insanın hayatını hoş bir kadınla birlikte geçirmesi fikri kadar aklı çelen ve bulandıran bir şey yoktur.
eteklerinin altına bakabilmek için kadınları bir kaidenin üzerine koyar erkekler.
bizler, sanat yapıtının röprodüksiyonunu sanat yapıtının kendisine, yalnız dinlenebilen kompakt diskin mükemmel sesini boğazları ağrıyan binlerce kurbanın eşliğinde verilen bir senfoni konserine, teybe alınan kitabı kucağımıza koyduğumuz kitaba yeğliyoruz.
hasar, çocukluğun normal bir parçasıdır.
kadınlar hep geleneksel olarak kendilerini erkeklerin ihtiyaçlarına uydurmuşlardır.
kiniklik tamamen yalnız kişilere özgü bir erdemdir.
kültürde olsun, doğada olsun, hala belli bir anlama sahip ama sürekli olarak azalmaya mahkum eski kitaplar ve eski binalar mirasının ötesinde, modern endüstrinin araçlarına ve çıkarlarına göre dönüştürülmeyen, kirletilmeyen hiçbir şey kalmamıştır.
en kötü olanlar, her zaman ailelerine bağlı adamlardır.
bir adam kızlarından başka evlat sahibi olmamışsa, adı sonsuzluktan ödünç alınmış değersiz bir şeydir sadece.
geçmiş, aslında süslü giysiler giymiş şimdiden başka bir şey değildir.
aşk ve evlilik farklı durumlardır. kötülüklerin ıstırabını birlikte çekecek olanlar ve çoğu kez birbirleri uğruna çekecek olanlar, çok geçmeden, bakışlardaki o sevecenliği, saf hazların ve art arda gelen eğlencelerin birbirine katılmasından doğan o iyicilliği yitirirler.
günümüzde her şey lanet olasıca bir sözleşmede yer alıyor. dünyanın gidişatı böyle.
18.02.2014
emile
jean-jacques rousseau
kentler insan soyunun uçurumudur. insanlar karınca gibi üst üste yığılmak için değil, işlemek zorunda oldukları toprağa dağılmak için yaratılmışlardır; ne kadar çok bir araya gelirlerse o ölçüde kokuşurlar.
"dinler, ne denirse densin, insanların eliyle ve aracılığıyla doğarlar. ulus, ülke, yer doğurur dini. yaşam ve ahlak dinle çok az uyuşmaktadır."
akıllı insanın yasalara gereksinimi yoktur.
tehlikelerden korkmamıza yol açan şey, tehlikeleri bilmektir. kendisini yara almaz, zarar görmez sanan kişi hiçbir şeyden korkmaz.
"tutku alışkanlıklardan doğmaz." (latin deyişi)
insan doğal durumuna ne kadar yakın kalmışsa yetileriyle arzuları arasındaki fark o ölçüde küçüktür. mutsuzluk şeylerden yoksun olmakta değil, kendini hissettiren gereksinimdedir.
akıl ve yargı yavaş yavaş gelir, ön yargılarsa sürüyle ve koşar adım gelir.
insan kurumlarında her şey çılgınlık ve çelişki yüklüdür. yaşamımız değerini yitirdikçe onun için daha çok kaygılanıyoruz.
genellikle elde etmek için acele edilmeyen bir şey çok kesin biçimde ve çabuk elde edilir.
insanlar ne kadar çok bilirlerse o kadar yanıldıkları için yanlışı engellemenin tek çaresi cahilliktir. yargı yürütmedikçe hiçbir zaman yanılmazsınız.
özgür yaşamak ve insanlarla ilgili şeylere pek az bağlanmak, ölmeyi öğrenmenin en iyi yolu budur.
insanı toplumsal yapan şey zayıflığıdır. yüreklerimizi insanlığa iten, ortak sefilliklerimizdir. her türlü bağlılık bir yetersizlik göstergesidir. gerçekten mutlu bir varlık, yalnız bir varlıktır.
hayal gücü canlanıp da onu kendisinin dışına taşımadıkça hiç kimse duyarlı olamaz.
yürek yalnızca kendi yasalarına uyar; onu bağımlı kılmak istemekle özgür, özgür kılmakla da bağımlı kılmış olursunuz.
ruhun huzuru, bu huzuru bozabilecek her şeyi hor görmeye bağlıdır; yaşama en çok önem veren insan, onun tadını çıkarmayı en az bilen insandır ve en çok açgözlülükle mutluluğa can atan insan da en sefil insandır.
evlilikte mutluluk sürdürülebilseydi cennet yeryüzünde olurdu.
büyük gereksinimler büyük mülklerden doğar ve sahip olmadığınız şeylere sahip olmanın en iyi yolu, sahip olduklarınızı elden çıkarmaktır.
insanın talihinden çok kendisinden hoşnut olması kadar düşünme alışkanlığını yitirmemesini sağlayabilecek bir şey olamaz.
cehennemi başka bir dünyada aramaya ne gerek var? cehennem zaten bu dünyada kötülerin yüreğindedir.
duyuların verdiği hazlardan başka iyi bir şey yoktur.
her şeye gerçek değerini verecek kadar çok şey bilen kişi hiçbir zaman çok konuşmaz; az şey bilen insanlar çok konuşurlar, çok şey bilenlerse az.
düşünce erkekler açısından erdemin mezarı ise, kadınlar açısından erdemin tahtıdır.
biz mutluluğumuzu ancak servetimizi yitirdikten sonra kazandık.
gidip de huzuru bir çölde aramaya gereksinim duyulmayan ülke ne mutludur!
kentler insan soyunun uçurumudur. insanlar karınca gibi üst üste yığılmak için değil, işlemek zorunda oldukları toprağa dağılmak için yaratılmışlardır; ne kadar çok bir araya gelirlerse o ölçüde kokuşurlar.
"dinler, ne denirse densin, insanların eliyle ve aracılığıyla doğarlar. ulus, ülke, yer doğurur dini. yaşam ve ahlak dinle çok az uyuşmaktadır."
akıllı insanın yasalara gereksinimi yoktur.
tehlikelerden korkmamıza yol açan şey, tehlikeleri bilmektir. kendisini yara almaz, zarar görmez sanan kişi hiçbir şeyden korkmaz.
"tutku alışkanlıklardan doğmaz." (latin deyişi)
insan doğal durumuna ne kadar yakın kalmışsa yetileriyle arzuları arasındaki fark o ölçüde küçüktür. mutsuzluk şeylerden yoksun olmakta değil, kendini hissettiren gereksinimdedir.
akıl ve yargı yavaş yavaş gelir, ön yargılarsa sürüyle ve koşar adım gelir.
insan kurumlarında her şey çılgınlık ve çelişki yüklüdür. yaşamımız değerini yitirdikçe onun için daha çok kaygılanıyoruz.
genellikle elde etmek için acele edilmeyen bir şey çok kesin biçimde ve çabuk elde edilir.
insanlar ne kadar çok bilirlerse o kadar yanıldıkları için yanlışı engellemenin tek çaresi cahilliktir. yargı yürütmedikçe hiçbir zaman yanılmazsınız.
özgür yaşamak ve insanlarla ilgili şeylere pek az bağlanmak, ölmeyi öğrenmenin en iyi yolu budur.
insanı toplumsal yapan şey zayıflığıdır. yüreklerimizi insanlığa iten, ortak sefilliklerimizdir. her türlü bağlılık bir yetersizlik göstergesidir. gerçekten mutlu bir varlık, yalnız bir varlıktır.
hayal gücü canlanıp da onu kendisinin dışına taşımadıkça hiç kimse duyarlı olamaz.
yürek yalnızca kendi yasalarına uyar; onu bağımlı kılmak istemekle özgür, özgür kılmakla da bağımlı kılmış olursunuz.
ruhun huzuru, bu huzuru bozabilecek her şeyi hor görmeye bağlıdır; yaşama en çok önem veren insan, onun tadını çıkarmayı en az bilen insandır ve en çok açgözlülükle mutluluğa can atan insan da en sefil insandır.
evlilikte mutluluk sürdürülebilseydi cennet yeryüzünde olurdu.
büyük gereksinimler büyük mülklerden doğar ve sahip olmadığınız şeylere sahip olmanın en iyi yolu, sahip olduklarınızı elden çıkarmaktır.
insanın talihinden çok kendisinden hoşnut olması kadar düşünme alışkanlığını yitirmemesini sağlayabilecek bir şey olamaz.
cehennemi başka bir dünyada aramaya ne gerek var? cehennem zaten bu dünyada kötülerin yüreğindedir.
duyuların verdiği hazlardan başka iyi bir şey yoktur.
her şeye gerçek değerini verecek kadar çok şey bilen kişi hiçbir zaman çok konuşmaz; az şey bilen insanlar çok konuşurlar, çok şey bilenlerse az.
düşünce erkekler açısından erdemin mezarı ise, kadınlar açısından erdemin tahtıdır.
biz mutluluğumuzu ancak servetimizi yitirdikten sonra kazandık.
gidip de huzuru bir çölde aramaya gereksinim duyulmayan ülke ne mutludur!
17.02.2014
game of thrones
güç, insanların olduğuna inandığı yerdedir.
tanrılar, erkeklere ölmeden önce eğlenmek için iki hediye bahşetmiştir: sikilmek isteyen bir kadını sikme heyecanı ve seni öldürmek isteyen bir adamı öldürme heyecanı.
bazı insanlar korunmaya hep ihtiyaç duyar. ama bu, yardıma değmeyecekleri anlamına gelmez.
içkinin güzelleştiremeyeceği hiçbir hikaye yoktur.
bir adamın kanı kaynadığında memesi olan her şey ona güzel görünür. çükü olan her şeyi kandırmak kolaydır.
hayatın bedelini yalnızca ölüm öder.
her bir çocuk, her bir erkek babasının takdirini almak ister.
babam bana, kılıcı kalplerine geçirirsen, büyük adamların da küçükler kadar hızlı öleceğini söylemişti.
açlık insanları canavara dönüştürür.
erkekler, güzel bir kızdan yalnızca bir şey isterler.
çoğu adam köpek gibi sikişiyor. zarafet yok, beceri yok. iki girip çıkıyorlar ve bitiyor. sabırlı olman lazım. kıza zaman vereceksin. yavru bir fok kadar kaygan olmadan sikini yanına yaklaştırmayacaksın. sonra gireceksin içine ama yavaş yavaş. bir domuza mızrak saplar gibi sokmayacaksın.
tanrılar, erkeklere ölmeden önce eğlenmek için iki hediye bahşetmiştir: sikilmek isteyen bir kadını sikme heyecanı ve seni öldürmek isteyen bir adamı öldürme heyecanı.
bazı insanlar korunmaya hep ihtiyaç duyar. ama bu, yardıma değmeyecekleri anlamına gelmez.
içkinin güzelleştiremeyeceği hiçbir hikaye yoktur.
bir adamın kanı kaynadığında memesi olan her şey ona güzel görünür. çükü olan her şeyi kandırmak kolaydır.
hayatın bedelini yalnızca ölüm öder.
her bir çocuk, her bir erkek babasının takdirini almak ister.
babam bana, kılıcı kalplerine geçirirsen, büyük adamların da küçükler kadar hızlı öleceğini söylemişti.
açlık insanları canavara dönüştürür.
erkekler, güzel bir kızdan yalnızca bir şey isterler.
çoğu adam köpek gibi sikişiyor. zarafet yok, beceri yok. iki girip çıkıyorlar ve bitiyor. sabırlı olman lazım. kıza zaman vereceksin. yavru bir fok kadar kaygan olmadan sikini yanına yaklaştırmayacaksın. sonra gireceksin içine ama yavaş yavaş. bir domuza mızrak saplar gibi sokmayacaksın.
16.02.2014
zihin kuşları
leyla erbil
yasaklar, günahlar ve emirler silsilesiyle karşımıza dikilen din, bizden, allah'a yaranmadan başlayarak iktidara, devlete yaranma söyleminden başka bir dil geliştirmemizi bekleyemez.
carl jung: tımarhanelerdeki her bir hastaya karşı, dışarda 10 deli dolaşır.
biliyoruz ki bu ülkede, hem basılı yayına hem görsel yayına sahip olmaması gereken ilkel (aç) kapitalizm ikisine de sahiptir. devletle de iç içedir! asıl ve son amacı kapitalist sistemin dev şirketlerinin son amacıyla eşleşecektir! daha da devleşip denetimsiz bir boyuta vararak dünyamızı bir baştan bir başa medeia'nın alevden giysisiyle kaplayacaktır.
jorge luis borges: labirentlerden, aynalardan, kaplanlardan, bu gibi şeylerin hepsinden sıkıldım. hele bunları başkaları da kullanmaya başlayınca. işte bu, beni taklit edenlerin bana verdiği bir olanak. taklitçiler insanın edebi hastalıklarını geçiriyorlar. insan şöyle düşünüyor: "dünyada bu işi gören o kadar çok adam var ki, artık benim bununla uğraşmama gerek yok. bırakayım öbür insanlar uğraşsın; iyi ki kurtuldum."
bir toplumun bir alanında temizlik, bir alanında sefillik egemen olamaz.
edward said: ben entelektüelin, zayıf olanların ve temsil edilmeyenlerin safına ait olduğuna eminim. salt hükümet politikalarını eleştirmek değildir bu; daha çok entelektüelin yarım doğrulara ya da basmakalıp fikirlere pabuç bırakmamak için sürekli tetikte olmayı görev edinmesi meselesidir.
"kış mevsiminde kadınla yat çünkü sıcaktır; yaz mevsiminde oğlanla yat çünkü serindir." (kabusname)
george bataille: edebiyat, inorganik olduğu için hiçbir şeyden sorumlu değildir. hiçbir şey ona dayanarak oluşmaz. o her şeyi söyleyebilir. daha doğrusu, eğer edebiyat, ahlaki değerleri en derinlere yerleşmiş insanların kendini ifade edişi olmasaydı -otantik olduğu ölçüde ve kendi bütünlüğü içinde- büyük bir tehlike yaratabilirdi.
franz kafka: yazarın varlığı gerçekten yazı masasına bağlıdır. yazar cinnetten yakasını kurtarmak istiyorsa, doğrusu asla uzak kalamaz yazı masasından; dişiyle tırnağıyla ona tutunması gerekir.
hız, insanla bilginin, insanla insanın arasını açıyor. bu çağda bilgiye yetişmek, her şeyi öğrenip kavramak olası değil artık.
ahmet oktay: bilgisayar teknolojileri gerçekliği ve tarihi uçuculaştırıyor. açlık, kıtlık, savaş, siyasal şiddet ve terör gibi toplumsal olayları elektronik görüntülere dönüştürüyor. bireyler arasındaki birebir ilişki durumunu sınırlandırmakla kalmıyor, toplumsallaşma sürecinden uzaklaştırıyor bireyi. zaman duygusu parçalandığı, olaylar arasındaki olumsal nedensellik ilişkileri kırıldığı için tarih kavramının içeriği de zayıflıyor, anlamlandırıcı olmaktan çıkıyor.
jules de gaultier: insan, olduğundan farklı görür kendini; hem de zorunlu olarak böyle görür ve insan varoluşunun ilkesi de budur.
bizim milli duygumuz din kökenli hoşgörüsüzlük, gaddarlık, aşağılık duygusu ve sinsiliktir.
1980'de başımıza çöreklenen askerlerin dayattığı 1982 anayasa oylamasından istanbul'dan sadece 275.000 mavi (ret) oy çıkmıştı. bu sayı o görkemli işçi bayramı (1977) kutlamasına gelen taksim alanındaki insanlarımızın sayısını bile bulmuyor.
protagoras: insan her şeyin ölçüsüdür.
1925'teki takrir-i sükun kanunu sadece isyanları değil solu da temizliyor. daha da öncesi var: yükselen işçi hareketlerini ve yayılan sol hareketi denetime alabilmek amacıyla kurdurulan resmi komünist fırkası, mustafa suphi ve 15 arkadaşının öldürülmesi, "türkiye halk iştirakiyyun partisi"nin kapatılması, 1922'de 300 komünist ve sendika yöneticisinin tutuklanması, milletlerarası işçi birliği'nin kapatılması, şefik hüsnü'nün, nazım hikmet'in, sadrettin celal'in, giderek yüzlerce, binlerce, on binlerce insanımızın başına gelenler.
samuel beckett: nothing is more real than nothing.
bence mustafa kemal'in tamamlamak fırsatını bulamadığı, bulsaydı çok daha olumlu bir yerlere götürebileceği proje tam da karşıta, bağnazlığa, orta çağ kuyusunun dibine düştü. gördüğüm kadarıyla bu kafalar iktidarı bütünüyle ele geçirirlerse, bir süre sonra aynı insanlar (bu yeni ümmet) kendilerini bu kez de şeriatın boyunduruğundan kurtaracak zorlu savaşlar vermek zorunda kalacaklar. bunun sadece türkiye'de değil, tüm dünyada da yaşanacağından kaygı duyuyorum.
ölümün kaçınılmazlığı, insanın bu evrensel korkusunu karşılayamayan sistemler; yani onları aldatmaya çalışmayan onurlu eleştirel akıl her vakit durup durup mistisizmin kucağına düşüyor. zayıf ve sakatlanmış olan insanın bu zaafı yüzünden kurtuluşu da erteleniyor. dinler bu yüzden yok olmuyor. mistiklere her vakit bir yer var böyle adaletsiz bir dünyada. esrarlar, sırlar, gizemler, mucizeler, fallar, tarotlar, yıldızlar..
yasaklar, günahlar ve emirler silsilesiyle karşımıza dikilen din, bizden, allah'a yaranmadan başlayarak iktidara, devlete yaranma söyleminden başka bir dil geliştirmemizi bekleyemez.
carl jung: tımarhanelerdeki her bir hastaya karşı, dışarda 10 deli dolaşır.
biliyoruz ki bu ülkede, hem basılı yayına hem görsel yayına sahip olmaması gereken ilkel (aç) kapitalizm ikisine de sahiptir. devletle de iç içedir! asıl ve son amacı kapitalist sistemin dev şirketlerinin son amacıyla eşleşecektir! daha da devleşip denetimsiz bir boyuta vararak dünyamızı bir baştan bir başa medeia'nın alevden giysisiyle kaplayacaktır.
jorge luis borges: labirentlerden, aynalardan, kaplanlardan, bu gibi şeylerin hepsinden sıkıldım. hele bunları başkaları da kullanmaya başlayınca. işte bu, beni taklit edenlerin bana verdiği bir olanak. taklitçiler insanın edebi hastalıklarını geçiriyorlar. insan şöyle düşünüyor: "dünyada bu işi gören o kadar çok adam var ki, artık benim bununla uğraşmama gerek yok. bırakayım öbür insanlar uğraşsın; iyi ki kurtuldum."
bir toplumun bir alanında temizlik, bir alanında sefillik egemen olamaz.
edward said: ben entelektüelin, zayıf olanların ve temsil edilmeyenlerin safına ait olduğuna eminim. salt hükümet politikalarını eleştirmek değildir bu; daha çok entelektüelin yarım doğrulara ya da basmakalıp fikirlere pabuç bırakmamak için sürekli tetikte olmayı görev edinmesi meselesidir.
"kış mevsiminde kadınla yat çünkü sıcaktır; yaz mevsiminde oğlanla yat çünkü serindir." (kabusname)
george bataille: edebiyat, inorganik olduğu için hiçbir şeyden sorumlu değildir. hiçbir şey ona dayanarak oluşmaz. o her şeyi söyleyebilir. daha doğrusu, eğer edebiyat, ahlaki değerleri en derinlere yerleşmiş insanların kendini ifade edişi olmasaydı -otantik olduğu ölçüde ve kendi bütünlüğü içinde- büyük bir tehlike yaratabilirdi.
franz kafka: yazarın varlığı gerçekten yazı masasına bağlıdır. yazar cinnetten yakasını kurtarmak istiyorsa, doğrusu asla uzak kalamaz yazı masasından; dişiyle tırnağıyla ona tutunması gerekir.
hız, insanla bilginin, insanla insanın arasını açıyor. bu çağda bilgiye yetişmek, her şeyi öğrenip kavramak olası değil artık.
ahmet oktay: bilgisayar teknolojileri gerçekliği ve tarihi uçuculaştırıyor. açlık, kıtlık, savaş, siyasal şiddet ve terör gibi toplumsal olayları elektronik görüntülere dönüştürüyor. bireyler arasındaki birebir ilişki durumunu sınırlandırmakla kalmıyor, toplumsallaşma sürecinden uzaklaştırıyor bireyi. zaman duygusu parçalandığı, olaylar arasındaki olumsal nedensellik ilişkileri kırıldığı için tarih kavramının içeriği de zayıflıyor, anlamlandırıcı olmaktan çıkıyor.
jules de gaultier: insan, olduğundan farklı görür kendini; hem de zorunlu olarak böyle görür ve insan varoluşunun ilkesi de budur.
bizim milli duygumuz din kökenli hoşgörüsüzlük, gaddarlık, aşağılık duygusu ve sinsiliktir.
1980'de başımıza çöreklenen askerlerin dayattığı 1982 anayasa oylamasından istanbul'dan sadece 275.000 mavi (ret) oy çıkmıştı. bu sayı o görkemli işçi bayramı (1977) kutlamasına gelen taksim alanındaki insanlarımızın sayısını bile bulmuyor.
protagoras: insan her şeyin ölçüsüdür.
1925'teki takrir-i sükun kanunu sadece isyanları değil solu da temizliyor. daha da öncesi var: yükselen işçi hareketlerini ve yayılan sol hareketi denetime alabilmek amacıyla kurdurulan resmi komünist fırkası, mustafa suphi ve 15 arkadaşının öldürülmesi, "türkiye halk iştirakiyyun partisi"nin kapatılması, 1922'de 300 komünist ve sendika yöneticisinin tutuklanması, milletlerarası işçi birliği'nin kapatılması, şefik hüsnü'nün, nazım hikmet'in, sadrettin celal'in, giderek yüzlerce, binlerce, on binlerce insanımızın başına gelenler.
samuel beckett: nothing is more real than nothing.
bence mustafa kemal'in tamamlamak fırsatını bulamadığı, bulsaydı çok daha olumlu bir yerlere götürebileceği proje tam da karşıta, bağnazlığa, orta çağ kuyusunun dibine düştü. gördüğüm kadarıyla bu kafalar iktidarı bütünüyle ele geçirirlerse, bir süre sonra aynı insanlar (bu yeni ümmet) kendilerini bu kez de şeriatın boyunduruğundan kurtaracak zorlu savaşlar vermek zorunda kalacaklar. bunun sadece türkiye'de değil, tüm dünyada da yaşanacağından kaygı duyuyorum.
ölümün kaçınılmazlığı, insanın bu evrensel korkusunu karşılayamayan sistemler; yani onları aldatmaya çalışmayan onurlu eleştirel akıl her vakit durup durup mistisizmin kucağına düşüyor. zayıf ve sakatlanmış olan insanın bu zaafı yüzünden kurtuluşu da erteleniyor. dinler bu yüzden yok olmuyor. mistiklere her vakit bir yer var böyle adaletsiz bir dünyada. esrarlar, sırlar, gizemler, mucizeler, fallar, tarotlar, yıldızlar..
15.02.2014
din
marquis de sade
insanı yaratıcısına bağlayan ve var olduğu için bu yüce yaratıcıya duyduğu minnetini ibadet yoluyla ona kanıtlamaya zorlayan anlaşmaya din diyorsunuz değil mi? pekala! insanın, varlığını doğanın karşı konulmaz planlarına borçlu olduğu kanıtlanmışsa eğer; bu yerküre üzerindeki varlığının yerküre kadar eski olduğu kanıtlanmışsa eğer, demek ki insan da, meşe gibi, aslan gibi, bu yerkürenin bağrında bulunan mineraller gibi, yerkürenin varlığının gerekli kıldığı ve kendi varlığını kimseye borçlu olmayan bir üründür; aptallara göre, gördüğümüz her şeyin biricik yaratıcısı ve imalatçısı olan bu tanrının, insan aklının varabileceği en son noktadan başka bir şey olmadığı, bu aklın kendi işlemlerine yardımcı olacak hiçbir şey bulamadığı anda yarattığı hortlak olduğu kanıtlanmışsa eğer; bu tanrının varlığının imkansız olduğu ve her zaman eylem halindeki, her zaman hareket halindeki doğanın, salakların karşılıksız olarak vermekten hoşlandıkları şeye kendiliğinden bağlı olduğu kanıtlanmışsa eğer, bu hareketsiz varlığın var olduğunu varsaysak bile, tek bir gün bile işe yaramadığından ve milyonlarca yüzyıldan beri aşağılık bir atalet içinde bulunduğundan onun tüm varlıkların kesinlikle en gülüncü olacağı kesinse eğer; onun, dinlerin bize tarif ettiği gibi var olduğunu varsaysak bile varlıkların kesinlikle en iğrenci olurdu; çünkü yeryüzünde kötülüğü mümkün kılmıştır; oysaki o her şeye kadirliğiyle bu kötülüğü engelleyebilirdi. demek istediğim, eğer tüm bunlar kanıtlansaydı, hem de tartışmasız gerçek olarak kanıtlansaydı, bu durumda insanı bu aptal, yetersiz, acımasız ve acınası yaratıcıya bağlayan dindarlığın pek gerekli bir erdem olduğuna inanabilir miydik?
ey elinde tırpanla dolaşan sizler, batıl inanç ağacına son darbeyi indirin; dalları budamakla yetinmeyin: etkileri bu kadar bulaşıcı olan bir bitkiyi tamamen kökünden söküp atın; sizin özgürlük ve eşitlik sisteminizin, isa sunağının rahiplerini, tek birinin bile varlığına müsaade etmeyecek kadar açıkça yadsıdığına kesinlikle ikna olun; onlar bu sistemi iyi niyetle benimsemiş olsalar bile vicdanlar üzerinde herhangi bir etki elde etmeyi başardıkları an onu yıkmaya kesinlikle çalışacaklardır. geçmişte yararlandığı durumla şu an mecbur bırakıldığı durumu karşılaştırarak, yitirdiği güveni ve otoriteyi yeniden ele geçirmek için elinden geleni yapmayacak rahip var mıdır? ve ihtiras içindeki bu tepesi tıraşlının bir süre sonra yeniden kölesi olmaya hazır, zayıf ve ödlekler ne çoktur!
avrupa kendisini hem kılıçtan hem de buhurdanlıktan sizin kurtarmanızı bekliyor. dini batıl inançların engellerini parçalamadan krallığın tiranlığını ortadan kaldırmanızın imkansız olduğunu unutmayın: bunlar birbirine öylesine sıkı sıkıya bağlıdır ki, ikisinden birinin varlığını sürdürmesine izin veriniz, ortadan kaldırmayı ihmal ettiğiniz hangisiyse onun nüfuzu altına bir süre sonra yeniden düşersiniz. bir cumhuriyetçi artık ne hayali bir varlığın kucağında ne de aşağılık bir dalaverecinin kucağında dize gelmelidir; onun tek tanrısı cesaret ve özgürlük olmalıdır artık.
daima sefil bir adam, aşağılık bakış açısıyla krallık düzeninin acımasızlıklarına hep bağlı kalacaktır; geçmişte kabul etme çılgınlığını gösterdiğimiz bu din kadar bayağı bir dinin aptallıklarına boyun eğdiğinde, o artık bana ne yasaları buyurabilir ne de aydınlanmayı taşıyabilir; ben onu ancak ön yargıların ve batıl inancın kölesi olarak görürüm.
roma'da bile, papaların sarayının süslenmesinde ya da güzelleştirilmesinde kullanılan şeylerin örneği paganlıktadır ve dünya durdukça, büyük adamların esin gücünü de yalnızca bu pagan nitelikler coşturacaktır.
tüm halkların tarihine bakın: batıl inançları yüzünden kurtulamadıkları alıklık nedeniyle, sahip oldukları hükümetin yerine monarşik bir hükümeti koymayı asla istemediklerini göreceksiniz; kralların dini desteklediğini ve dinin de kralları kutsadığını görürsünüz daima. kahya ile aşçının hikayesi bilinmektedir: siz bana biber verin, ben de size tereyağını vereyim. zavallı insanlar, bu iki hergelenin efendisine benzemek zorunda mısınız?
dinlerin, despotizmin beşiği olduğundan kuşku duymayın; tüm despotların ilki bir rahipti. despotizm ile din arasında tüm zamanlarda, tüm yüzyıllarda öyle sıkı bağlar kuruldu ki, birini yok ederken diğerinin temellerini de dinamitlemek gerektiği artık gün gibi aşikardır; despotizm her zaman dine yasa olarak hizmet edecektir. yine de ne katliamları ne de sürgünleri öneriyorum; tüm bu dehşet verici şeyler, bir an bile tahayyül edemeyeceğim kadar uzaktır yüreğime. hayır, asla öldürmeyin, asla sürmeyin; bu vahşilikler kralların ya da onlara öykünen hergelelerin vahşiliğidir; bu vahşilikleri uygulayanları kendi yöntemleriyle korkutamazsınız.
her halk kendi dininin en iyisi olduğunu ileri sürer ve ikna etmek için de yalnızca birbirleriyle uyumsuz olmakla kalmayan, neredeyse hepsi de çelişik olan sayısız kanıta dayanır. içinde bulunduğumuz derin cehalette, bir tanrının varlığını varsayarsak, hangi din tanrının hoşuna gidebilir? eğer aklı başında insanlarsak ya bunların hepsini korumalıyız ya da hepsini yasaklamalıyız; onları yasaklamak kesinlikle en emin yoldur; çünkü hepsinin şaklabanlık olduğuna ahlaki olarak inanıyoruz ve var olmayan bir tanrıyı hiçbir din memnun edemez.
insanı yaratıcısına bağlayan ve var olduğu için bu yüce yaratıcıya duyduğu minnetini ibadet yoluyla ona kanıtlamaya zorlayan anlaşmaya din diyorsunuz değil mi? pekala! insanın, varlığını doğanın karşı konulmaz planlarına borçlu olduğu kanıtlanmışsa eğer; bu yerküre üzerindeki varlığının yerküre kadar eski olduğu kanıtlanmışsa eğer, demek ki insan da, meşe gibi, aslan gibi, bu yerkürenin bağrında bulunan mineraller gibi, yerkürenin varlığının gerekli kıldığı ve kendi varlığını kimseye borçlu olmayan bir üründür; aptallara göre, gördüğümüz her şeyin biricik yaratıcısı ve imalatçısı olan bu tanrının, insan aklının varabileceği en son noktadan başka bir şey olmadığı, bu aklın kendi işlemlerine yardımcı olacak hiçbir şey bulamadığı anda yarattığı hortlak olduğu kanıtlanmışsa eğer; bu tanrının varlığının imkansız olduğu ve her zaman eylem halindeki, her zaman hareket halindeki doğanın, salakların karşılıksız olarak vermekten hoşlandıkları şeye kendiliğinden bağlı olduğu kanıtlanmışsa eğer, bu hareketsiz varlığın var olduğunu varsaysak bile, tek bir gün bile işe yaramadığından ve milyonlarca yüzyıldan beri aşağılık bir atalet içinde bulunduğundan onun tüm varlıkların kesinlikle en gülüncü olacağı kesinse eğer; onun, dinlerin bize tarif ettiği gibi var olduğunu varsaysak bile varlıkların kesinlikle en iğrenci olurdu; çünkü yeryüzünde kötülüğü mümkün kılmıştır; oysaki o her şeye kadirliğiyle bu kötülüğü engelleyebilirdi. demek istediğim, eğer tüm bunlar kanıtlansaydı, hem de tartışmasız gerçek olarak kanıtlansaydı, bu durumda insanı bu aptal, yetersiz, acımasız ve acınası yaratıcıya bağlayan dindarlığın pek gerekli bir erdem olduğuna inanabilir miydik?
ey elinde tırpanla dolaşan sizler, batıl inanç ağacına son darbeyi indirin; dalları budamakla yetinmeyin: etkileri bu kadar bulaşıcı olan bir bitkiyi tamamen kökünden söküp atın; sizin özgürlük ve eşitlik sisteminizin, isa sunağının rahiplerini, tek birinin bile varlığına müsaade etmeyecek kadar açıkça yadsıdığına kesinlikle ikna olun; onlar bu sistemi iyi niyetle benimsemiş olsalar bile vicdanlar üzerinde herhangi bir etki elde etmeyi başardıkları an onu yıkmaya kesinlikle çalışacaklardır. geçmişte yararlandığı durumla şu an mecbur bırakıldığı durumu karşılaştırarak, yitirdiği güveni ve otoriteyi yeniden ele geçirmek için elinden geleni yapmayacak rahip var mıdır? ve ihtiras içindeki bu tepesi tıraşlının bir süre sonra yeniden kölesi olmaya hazır, zayıf ve ödlekler ne çoktur!
avrupa kendisini hem kılıçtan hem de buhurdanlıktan sizin kurtarmanızı bekliyor. dini batıl inançların engellerini parçalamadan krallığın tiranlığını ortadan kaldırmanızın imkansız olduğunu unutmayın: bunlar birbirine öylesine sıkı sıkıya bağlıdır ki, ikisinden birinin varlığını sürdürmesine izin veriniz, ortadan kaldırmayı ihmal ettiğiniz hangisiyse onun nüfuzu altına bir süre sonra yeniden düşersiniz. bir cumhuriyetçi artık ne hayali bir varlığın kucağında ne de aşağılık bir dalaverecinin kucağında dize gelmelidir; onun tek tanrısı cesaret ve özgürlük olmalıdır artık.
daima sefil bir adam, aşağılık bakış açısıyla krallık düzeninin acımasızlıklarına hep bağlı kalacaktır; geçmişte kabul etme çılgınlığını gösterdiğimiz bu din kadar bayağı bir dinin aptallıklarına boyun eğdiğinde, o artık bana ne yasaları buyurabilir ne de aydınlanmayı taşıyabilir; ben onu ancak ön yargıların ve batıl inancın kölesi olarak görürüm.
roma'da bile, papaların sarayının süslenmesinde ya da güzelleştirilmesinde kullanılan şeylerin örneği paganlıktadır ve dünya durdukça, büyük adamların esin gücünü de yalnızca bu pagan nitelikler coşturacaktır.
tüm halkların tarihine bakın: batıl inançları yüzünden kurtulamadıkları alıklık nedeniyle, sahip oldukları hükümetin yerine monarşik bir hükümeti koymayı asla istemediklerini göreceksiniz; kralların dini desteklediğini ve dinin de kralları kutsadığını görürsünüz daima. kahya ile aşçının hikayesi bilinmektedir: siz bana biber verin, ben de size tereyağını vereyim. zavallı insanlar, bu iki hergelenin efendisine benzemek zorunda mısınız?
dinlerin, despotizmin beşiği olduğundan kuşku duymayın; tüm despotların ilki bir rahipti. despotizm ile din arasında tüm zamanlarda, tüm yüzyıllarda öyle sıkı bağlar kuruldu ki, birini yok ederken diğerinin temellerini de dinamitlemek gerektiği artık gün gibi aşikardır; despotizm her zaman dine yasa olarak hizmet edecektir. yine de ne katliamları ne de sürgünleri öneriyorum; tüm bu dehşet verici şeyler, bir an bile tahayyül edemeyeceğim kadar uzaktır yüreğime. hayır, asla öldürmeyin, asla sürmeyin; bu vahşilikler kralların ya da onlara öykünen hergelelerin vahşiliğidir; bu vahşilikleri uygulayanları kendi yöntemleriyle korkutamazsınız.
her halk kendi dininin en iyisi olduğunu ileri sürer ve ikna etmek için de yalnızca birbirleriyle uyumsuz olmakla kalmayan, neredeyse hepsi de çelişik olan sayısız kanıta dayanır. içinde bulunduğumuz derin cehalette, bir tanrının varlığını varsayarsak, hangi din tanrının hoşuna gidebilir? eğer aklı başında insanlarsak ya bunların hepsini korumalıyız ya da hepsini yasaklamalıyız; onları yasaklamak kesinlikle en emin yoldur; çünkü hepsinin şaklabanlık olduğuna ahlaki olarak inanıyoruz ve var olmayan bir tanrıyı hiçbir din memnun edemez.
ernesto "che" guevara
alberto manguel
8 ekim 1967'de, bolivya ordusu özel kuvvetlerinin küçük bir müfrezesi sucre'nin doğusunda, la higuera köyüne yakın fundalık bir sel yatağında, bir grup gerillayı pusuya düşürdü. ikisi sağ olarak esir alındı: sadece willy diye tanınan bolivyalı bir savaşçı ile, küba devrimi'nin kahramanı, bolivya devlet başkanı general rene barrientos'un "castro komünizmi ajanlarının yabancı istilası" dediği şeyin lideri ernesto "che" guevara. yarbay andres selich haberi alınca bir helikoptere atladı ve la higuera'ya uçtu. viran bir okul binasında esiriyle 45 dakika konuştu.
1990'ların sonuna kadar, che'nin son saatleri hakkında çok az şey biliniyordu; selich'in dul eşi, 29 yıllık sessizliğin ardından nihayet amerikalı gazeteci jon lee anderson'ın, selich'in bu olağanüstü konuşmaya ilişkin notlarına başvurmasına izin verdi. tarihi bir belge olarak öneminin de ötesinde, bir adamın son sözlerinin düşmanı tarafından saygıyla kaydedilmiş olmasında dokunaklı bir yan var.
"comandante, sizi biraz morali bozuk gördüm." dedi selich, "bu izlenime kapılmamın nedenlerini açıklayabilir misiniz?"
"başarısızlığa uğradım." diye cevap verdi che, "her şey bitti, beni bu durumda görmenizin nedeni bu."
"kübalı mısınız, arjantinli mi?" diye sordu selich.
"kübalıyım, arjantinliyim, bolivyalıyım, peruluyum, ekvadorluyum.."
"neden ülkemizde eylem yapma kararı aldınız?"
"köylülerin nasıl bir durumda yaşadığını görmüyor musunuz?" diye sordu che. "vahşiler gibiler, yürek parçalayan bir yoksulluk içinde yaşıyorlar, uyumak ve yemek yemek için tek bir odaları var, giyecek giysileri yok, hayvanlar gibi terk edilmişler."
"ama küba'da da aynı şey oluyor." diye cevabı yapıştırdı selich.
"hayır, bu doğru değil." diye aynen karşılık verdi che. "küba'da yoksulluk olduğunu inkar etmiyorum ama hiç değilse oradaki köylülerin bir ilerleme hayali var; oysa bolivyalı umutsuz yaşıyor. nasıl doğduysa öyle ölüyor, kendi insanlık durumunda bir iyileşme görmeden."
cia che'yi canlı istiyordu ama belki de onların emirleri, operasyonu gözetip denetlemekten sorumlu küba doğumlu cia ajanı felix rodriguez'e hiç ulaşmamıştır. che ertesi günü idam edildi. esirleri savaşırken öldürülmüş gibi görünsün diye infazcılar onun kollarıyla bacaklarına ateş ettiler. sonra che yerde kıvranırken, -besbelli yüksek sesle bağırmamak için bileklerinden birini ısırırken- son bir kurşun göğsüne girdi ve ciğerlerini kanla doldurdu.
che'nin bedeni uçakla vallegrande'ye götürüldü, orada iki gün sergilendi ve görevliler, gazeteciler ve kent halkı gelip ona baktı. selich ve diğer subaylar, cesedi vallegrande uçuş pisti yakınlarındaki gizli bir mezarda kaybetmeden önce, başında durup fotoğrafçıya poz verdiler. ölü isa'yı kaçınılmaz biçimde hatırlatan -yarı çıplak zayıf beden, sakallı, ıstırap içinde yüz- ölü che'nin fotoğrafları bir kuşağın belli başlı ikonlarından biri halini aldı.
che bizim gördüğümüzü görmüş, bizim gibi hissetmişti, "insanlık durumu"nun temel adaletsizliklerine karşı öfke duymuştu; ama bizden farklı olarak bu konuda bir şeyler yapmıştı. yöntemlerinin şaibeli, siyasi felsefesinin yüzeysel, ahlaklılığının acımasız olması ve nihai başarısının imkansız görünmesi ise, onun, yerine tam olarak ne koyacağı konusunda asla pek emin olmasa da yanlış olduğunu düşündüğü şeye karşı savaşmayı kendine görev edinmesinin yanında daha önemsiz kalıyor.
8 ekim 1967'de, bolivya ordusu özel kuvvetlerinin küçük bir müfrezesi sucre'nin doğusunda, la higuera köyüne yakın fundalık bir sel yatağında, bir grup gerillayı pusuya düşürdü. ikisi sağ olarak esir alındı: sadece willy diye tanınan bolivyalı bir savaşçı ile, küba devrimi'nin kahramanı, bolivya devlet başkanı general rene barrientos'un "castro komünizmi ajanlarının yabancı istilası" dediği şeyin lideri ernesto "che" guevara. yarbay andres selich haberi alınca bir helikoptere atladı ve la higuera'ya uçtu. viran bir okul binasında esiriyle 45 dakika konuştu.
1990'ların sonuna kadar, che'nin son saatleri hakkında çok az şey biliniyordu; selich'in dul eşi, 29 yıllık sessizliğin ardından nihayet amerikalı gazeteci jon lee anderson'ın, selich'in bu olağanüstü konuşmaya ilişkin notlarına başvurmasına izin verdi. tarihi bir belge olarak öneminin de ötesinde, bir adamın son sözlerinin düşmanı tarafından saygıyla kaydedilmiş olmasında dokunaklı bir yan var.
"comandante, sizi biraz morali bozuk gördüm." dedi selich, "bu izlenime kapılmamın nedenlerini açıklayabilir misiniz?"
"başarısızlığa uğradım." diye cevap verdi che, "her şey bitti, beni bu durumda görmenizin nedeni bu."
"kübalı mısınız, arjantinli mi?" diye sordu selich.
"kübalıyım, arjantinliyim, bolivyalıyım, peruluyum, ekvadorluyum.."
"neden ülkemizde eylem yapma kararı aldınız?"
"köylülerin nasıl bir durumda yaşadığını görmüyor musunuz?" diye sordu che. "vahşiler gibiler, yürek parçalayan bir yoksulluk içinde yaşıyorlar, uyumak ve yemek yemek için tek bir odaları var, giyecek giysileri yok, hayvanlar gibi terk edilmişler."
"ama küba'da da aynı şey oluyor." diye cevabı yapıştırdı selich.
"hayır, bu doğru değil." diye aynen karşılık verdi che. "küba'da yoksulluk olduğunu inkar etmiyorum ama hiç değilse oradaki köylülerin bir ilerleme hayali var; oysa bolivyalı umutsuz yaşıyor. nasıl doğduysa öyle ölüyor, kendi insanlık durumunda bir iyileşme görmeden."
cia che'yi canlı istiyordu ama belki de onların emirleri, operasyonu gözetip denetlemekten sorumlu küba doğumlu cia ajanı felix rodriguez'e hiç ulaşmamıştır. che ertesi günü idam edildi. esirleri savaşırken öldürülmüş gibi görünsün diye infazcılar onun kollarıyla bacaklarına ateş ettiler. sonra che yerde kıvranırken, -besbelli yüksek sesle bağırmamak için bileklerinden birini ısırırken- son bir kurşun göğsüne girdi ve ciğerlerini kanla doldurdu.
che'nin bedeni uçakla vallegrande'ye götürüldü, orada iki gün sergilendi ve görevliler, gazeteciler ve kent halkı gelip ona baktı. selich ve diğer subaylar, cesedi vallegrande uçuş pisti yakınlarındaki gizli bir mezarda kaybetmeden önce, başında durup fotoğrafçıya poz verdiler. ölü isa'yı kaçınılmaz biçimde hatırlatan -yarı çıplak zayıf beden, sakallı, ıstırap içinde yüz- ölü che'nin fotoğrafları bir kuşağın belli başlı ikonlarından biri halini aldı.
che bizim gördüğümüzü görmüş, bizim gibi hissetmişti, "insanlık durumu"nun temel adaletsizliklerine karşı öfke duymuştu; ama bizden farklı olarak bu konuda bir şeyler yapmıştı. yöntemlerinin şaibeli, siyasi felsefesinin yüzeysel, ahlaklılığının acımasız olması ve nihai başarısının imkansız görünmesi ise, onun, yerine tam olarak ne koyacağı konusunda asla pek emin olmasa da yanlış olduğunu düşündüğü şeye karşı savaşmayı kendine görev edinmesinin yanında daha önemsiz kalıyor.
14.02.2014
tıkanma
chuck palahniuk
gerçek şu ki, dul bir anne tarafından yetiştirilen her erkek çocuk, evli doğmuş sayılır. bilmiyorum ama, bence annesi ölene dek her erkeğin hayatındaki diğer kadınların hiçbiri metres olmaktan öteye geçemez.
seksle ilgili sorun da diğer bütün bağımlılıklarla aynıdır. her zaman iyileşirsin. sonra yine yoldan çıkarsın. rol kesersin. uğruna savaşacak bir şeyler bulana kadar, bir şeylere karşı savaşmayı seçersin. seks güdümlüsü olarak yaşamak istemediğini söyleyen bu insanlara benim diyeceğim tek şey, boş verin gitsin olur. yani hayatta seksten daha iyi ne var ki? hiç şüpheniz olmasın; en kötü oral seks bile, mesela en güzel gülü koklamaktan iyidir. en güzel gün batımını izlemekten de. ya da çocukların kahkahalarını duymaktan. hiçbir zaman, ter fışkırtan, popoya kramp saplayan, kasık ıslatan bir orgazm kadar güzel bir şiir okuyabileceğimi sanmıyorum. resim yapmak veya opera bestelemek, yeni bir istekli götle karşılaşana dek öylesine yapılan işlerdir. seksten daha iyi bir şeyle karşılaştığınız anda hemen beni arayın. benim için de rezervasyon yaptırın.
seks yaparken bir erkeğe annesini sorarsanız, büyük patlamayı sonsuza kadar geciktirebilirsiniz.
seksin büyüsü, kendine mal etmenin yükü olmaksızın kazanmaktır. eve ne kadar çok kadın götürürseniz götürün, asla anımsama sorunu yoktur.
zayıfmış gibi yaparak, güç kazanırsınız. kendinizi güçsüz göstererek diğer insanların kendilerini güçlü hissetmesini sağlayabilirsiniz. insanların sizi kurtarmasına izin vererek aslında siz onları kurtarırsınız. tek yapmanız gereken nazik ve minnettar davranmaktır. bu yüzden ezilen taraf olmaya devam edin. siz onların cesaretinin kanıtısınız. bir zamanlar kahraman olduklarının kanıtı. başarılarının kanıtı.
numara yaptığınız sürece ağlamanın kötü bir yanı yoktur.
deja vu'nun bir de tersi vardır. buna jamais vu denir. sürekli aynı insanlarla karşılaşıp aynı yerlere gidersiniz ama her defasında ilk kez olmuş gibi hissedersiniz. herkes her zaman yabancıdır. hiçbir şey tanıdık gelmez.
insanın elde ettiği kadını asla düşünmemesi komiktir aslında. unutamadığın kişi, daima senden uzakta olandır.
insan ancak ıstırap çekmeyi seçtiğinde gerçekten küçük düşürülebilir.
yaşamınızda, rayından çıkabilecek şeylerin hepsini fark ettikten sonra hayat yaşanır olmaktan çıkar, daha çok beklemekle geçer. kanseri beklemekle. bunamayı beklemekle. her aynaya baktığınızda zona olabilecek kırmızı lekeler aramaya başlarsınız.
ömrüm boyunca kendimi karşı olduğum şeyle ifade ettim. her şeye karşı savaştım; ama zamanla aslında hiçbir şeyin yanında olamadığımı da anladım.
vaktimizin çoğunu başkalarının yarattığı şeyleri yargılayarak geçirdiğimizden, kendimiz hiçbir şey yaratamadık.
erkekler birer şovenist domuz olarak doğmazlar, sonradan olurlar ve her gün binlerce erkek kadınlar tarafından bu şekilde yetiştirilmektedir. belli bir süre sonra vazgeçip seksist, bağnaz, ruhsuz, kaba ve kerizin kerizi olduğunuz gerçeğini kabullenirsiniz. kadınlar haklıdır. siz haksız. bu fikre gün geçtikçe alışırsınız. insanların sizden beklediği gibi yaşamaya başlarsınız. uymasa da uydurursunuz.
erkekler doğum sırasında çekilen bütün şu acılar ve dökülen kan yüzünden doğurmadıklarına memnun olduklarını söyleyebilirler; ne var ki, kedi erişemediği ciğere murdar der. erkeklerin, kadınların başardığı bu imkansıza yakın olayın uzağından bile geçemediği açıktır. beden gücü, soyut düşünceler, falluslar; erkeklerin sahip olduğu sanılan bu avantajlar aslında semboliktir. fallusla çivi bile çakılmaz.
seks, hemen hemen bütün sorunları çözer.
hayatta hiçbir şey sizin hayal ettiğiniz kadar güzel olamaz. hiçbir kadın sizin kafanızdaki kadar güzel olamaz. hiçbir şey sizin fantezileriniz kadar heyecan verici olamaz. hiçbir şey hayal ettiğin kadar mükemmel değildir.
eğer aydınlanmak istiyorsan, yeni arabalar cevap değildir.
dil, dünyanın nimetlerini ve ihtişamını bertaraf etmek için bulduğumuz bir yöntemdir. uyuşturucular, obezite, alkol veya seks, huzuru bulmak için kullanılan farklı farklı yöntemlerdi. bildiklerimizden kaçmak için. eğitimimizden. elmayı ısırmış olmaktan.
siz insanlar benim bir şey hissetmemi sağlayamayacaksınız. bana ulaşamayacaksınız bile. ben aptal, hissiz, düzenbaz piçin tekiyim. hikaye bundan ibaret. eğer bir şeyler hissetmek isteseydim, lanet olası bir filme giderdim. herkesin doğası sadece bir yalan. insan ruhu diye bir şey yok. duygular saçmalık. sevgi saçmalık. yaşarız ve ölürüz. bunun dışındaki her şey sadece hayal. bunlar edilgin hatunların duygular ve hassasiyetlerle ilgili saçmalıkları. sadece uydurulmuş, taraflı, duygusal zırvalıklar. ruh yok. tanrı yok. sadece kararlar, hastalıklar ve ölüm var.
aşk saçmalıktır. duygular saçmalıktır. ben bir kayayım. pisliğim. hiçbir şeyi sallamayan bir götüm ve kendimle gurur duyuyorum.
üçüncü dereceden taciz veya ikinci dereceden kanuna karşı gelme, birinci dereceden hakaret veya ikinci dereceden rahatsızlık verme durumu vardı ve aptal oğlan diğer insanların yaptığından başka bir şey yapmaya korkar olmuştu. yeni, farklı veya orijinal bir şey muhtemelen kanunlara aykırıydı. riskli veya heyecan verici her şey insanı doğrudan hapse yollardı.
insanlar dünyanın güvenli ve düzenli bir yer olması için yıllarca çalışırlardı. ama hiç kimse bunun ne kadar sıkıcı olabileceğinin farkında değildi. bütün dünyanın parsellendiğini, hız limitleri konduğunu, bölümlere ayrıldığını, vergilendirildiğini ve düzenlendiğini; bütün insanların sınavlardan geçirildiğini, fişlendiğini, nerede oturduğunun, ne yaptığının kaydının tutulduğunu düşünün. hiç kimseye macera yaşayacak bir alan kalmazdı, satın alınabilenler hariç. lunaparka gitmek gibi. film izlemek gibi. ama bunlar yine de sahte heyecanlardı. dinozorların çocukları yemeyeceğini bilirsiniz. büyük bir sahte afetin olma şansı bile oy çoğunluğuyla ortadan kaldırılırdı. gerçek afet veya risk ihtimali olmadığından, gerçek kurtuluş şansı da ortadan kalkmış oldu. gerçek mutluluk yok. gerçek heyecan yok. eğlence, keşif, buluş yok. bizi koruyan kanunlar aslında bizi can sıkıntısına mahkum etmekten başka bir işe yaramazlar. gerçek karmaşaya ulaşamadığımız sürece, asla gerçekten huzurlu olamayacağız. her şey berbat bir hal almadığı sürece, yoluna da girmeyecek.
kadınların boşalmamak için boktan şeyler düşünmek zorunda olmaması hiç de adil değil.
lütfen, bana bu dünyada olduğu gibi görünen bir tek şey söyle.
kadınlar eşit hak falan istemezler. bastırıldıkları zaman daha fazla güçleri oluyor çünkü. erkekler onların büyük suikatsçı düşmanları olsun istiyorlar. varlıklarının temeli buna dayanıyor.
geçmişini hatırlamayanlar onu tekrarlamaya mahkumdur. ama ben geçmişini hatırlayanların daha da beter durumda olduklarını düşünüyorum. geçmişini hatırlayanlar hikayeyi daha da karman çorman bir hale getirirler. bence geçmişini hatırlayanlar geçmişleri tarafından etkisiz hale getirilirler.
kadavralarla ilgili şeyler düşündüğünüz sürece, hiçbir yere varadan hatuna saatlerce binebilirsiniz.
para için dilenmediğim sürece, insanların bana acımasındansa benden nefret etmesini tercih ederim.
artık, nasıl olduğumu biliyormuş numarası yapmıyorum bile.
anlamadığımız şeylerle yaşayamıyor oluşumuz ne kötü. her şeyin etiketlenmesine, açıklanmasına ve yeniden yapılanmasına ne kadar da ihtiyacımız var. kesinlikle açıklanamıyor olsa bile. tanrı'nın bile.
sonrasındakiler asla ilk sefer kadar iyi olmaz.
kilitlenmemiş tuvalet kapılarının arkasında karşılaştığınız insanlar havadan sudan konuşmaktan bıkmış insanlardır. güvenlikten yorulmuş insanlardır. bu insanlar bir sürü ev dekore etmişlerdir. bunlar sigara içmeyen, şeker, tuz, yağ ve biftek yemeyen, bronz tenli insanlardır. bunlar sonunda kazandıkları her şeyi sadece kaybetmek için ömür boyu çalışan anne babalarını ve büyükanneleriyle büyükbabalarını görmüş insanlardır. beslenme tüpüyle hayatta kalabilmek için bütün servetini harcayan, nasıl çiğneneceğini ve yutulacağını dahi unutan insanları görmüş kişilerdir. kilitlenmemiş kapıların ardında oturan bu insanlar daha büyük bir evin sorunları çözmeyeceğini çok iyi bilirler. daha iyi bir eş, daha çok para ve daha gergin bir cildin de. sahip olacağın her şey, bir gün kaybedeceğin şeylerden sadece biridir. cevap, bir cevabın olmamasıdır.
insan bazı sınırları aşınca, aynı şeyi tekrar tekrar yapmak istiyor.
herhangi bir şey yaratma riskini göze alamadığım için ömrüm boyunca her şeye saldırdım.
geçmişi geri getirmenin imkanı yoktur. sadece rol yapabilirsiniz. kendinizi kandırabilirsiniz; ama biten bir şeyi tekrar yaratamazsınız.
bazı çizgileri geçtikten sonra, hep geçmek istiyorsunuz.
belki de bilmek önemli değildir.
gerçek şu ki, dul bir anne tarafından yetiştirilen her erkek çocuk, evli doğmuş sayılır. bilmiyorum ama, bence annesi ölene dek her erkeğin hayatındaki diğer kadınların hiçbiri metres olmaktan öteye geçemez.
seksle ilgili sorun da diğer bütün bağımlılıklarla aynıdır. her zaman iyileşirsin. sonra yine yoldan çıkarsın. rol kesersin. uğruna savaşacak bir şeyler bulana kadar, bir şeylere karşı savaşmayı seçersin. seks güdümlüsü olarak yaşamak istemediğini söyleyen bu insanlara benim diyeceğim tek şey, boş verin gitsin olur. yani hayatta seksten daha iyi ne var ki? hiç şüpheniz olmasın; en kötü oral seks bile, mesela en güzel gülü koklamaktan iyidir. en güzel gün batımını izlemekten de. ya da çocukların kahkahalarını duymaktan. hiçbir zaman, ter fışkırtan, popoya kramp saplayan, kasık ıslatan bir orgazm kadar güzel bir şiir okuyabileceğimi sanmıyorum. resim yapmak veya opera bestelemek, yeni bir istekli götle karşılaşana dek öylesine yapılan işlerdir. seksten daha iyi bir şeyle karşılaştığınız anda hemen beni arayın. benim için de rezervasyon yaptırın.
seks yaparken bir erkeğe annesini sorarsanız, büyük patlamayı sonsuza kadar geciktirebilirsiniz.
seksin büyüsü, kendine mal etmenin yükü olmaksızın kazanmaktır. eve ne kadar çok kadın götürürseniz götürün, asla anımsama sorunu yoktur.
zayıfmış gibi yaparak, güç kazanırsınız. kendinizi güçsüz göstererek diğer insanların kendilerini güçlü hissetmesini sağlayabilirsiniz. insanların sizi kurtarmasına izin vererek aslında siz onları kurtarırsınız. tek yapmanız gereken nazik ve minnettar davranmaktır. bu yüzden ezilen taraf olmaya devam edin. siz onların cesaretinin kanıtısınız. bir zamanlar kahraman olduklarının kanıtı. başarılarının kanıtı.
numara yaptığınız sürece ağlamanın kötü bir yanı yoktur.
deja vu'nun bir de tersi vardır. buna jamais vu denir. sürekli aynı insanlarla karşılaşıp aynı yerlere gidersiniz ama her defasında ilk kez olmuş gibi hissedersiniz. herkes her zaman yabancıdır. hiçbir şey tanıdık gelmez.
insanın elde ettiği kadını asla düşünmemesi komiktir aslında. unutamadığın kişi, daima senden uzakta olandır.
insan ancak ıstırap çekmeyi seçtiğinde gerçekten küçük düşürülebilir.
yaşamınızda, rayından çıkabilecek şeylerin hepsini fark ettikten sonra hayat yaşanır olmaktan çıkar, daha çok beklemekle geçer. kanseri beklemekle. bunamayı beklemekle. her aynaya baktığınızda zona olabilecek kırmızı lekeler aramaya başlarsınız.
ömrüm boyunca kendimi karşı olduğum şeyle ifade ettim. her şeye karşı savaştım; ama zamanla aslında hiçbir şeyin yanında olamadığımı da anladım.
vaktimizin çoğunu başkalarının yarattığı şeyleri yargılayarak geçirdiğimizden, kendimiz hiçbir şey yaratamadık.
erkekler birer şovenist domuz olarak doğmazlar, sonradan olurlar ve her gün binlerce erkek kadınlar tarafından bu şekilde yetiştirilmektedir. belli bir süre sonra vazgeçip seksist, bağnaz, ruhsuz, kaba ve kerizin kerizi olduğunuz gerçeğini kabullenirsiniz. kadınlar haklıdır. siz haksız. bu fikre gün geçtikçe alışırsınız. insanların sizden beklediği gibi yaşamaya başlarsınız. uymasa da uydurursunuz.
erkekler doğum sırasında çekilen bütün şu acılar ve dökülen kan yüzünden doğurmadıklarına memnun olduklarını söyleyebilirler; ne var ki, kedi erişemediği ciğere murdar der. erkeklerin, kadınların başardığı bu imkansıza yakın olayın uzağından bile geçemediği açıktır. beden gücü, soyut düşünceler, falluslar; erkeklerin sahip olduğu sanılan bu avantajlar aslında semboliktir. fallusla çivi bile çakılmaz.
seks, hemen hemen bütün sorunları çözer.
hayatta hiçbir şey sizin hayal ettiğiniz kadar güzel olamaz. hiçbir kadın sizin kafanızdaki kadar güzel olamaz. hiçbir şey sizin fantezileriniz kadar heyecan verici olamaz. hiçbir şey hayal ettiğin kadar mükemmel değildir.
eğer aydınlanmak istiyorsan, yeni arabalar cevap değildir.
dil, dünyanın nimetlerini ve ihtişamını bertaraf etmek için bulduğumuz bir yöntemdir. uyuşturucular, obezite, alkol veya seks, huzuru bulmak için kullanılan farklı farklı yöntemlerdi. bildiklerimizden kaçmak için. eğitimimizden. elmayı ısırmış olmaktan.
siz insanlar benim bir şey hissetmemi sağlayamayacaksınız. bana ulaşamayacaksınız bile. ben aptal, hissiz, düzenbaz piçin tekiyim. hikaye bundan ibaret. eğer bir şeyler hissetmek isteseydim, lanet olası bir filme giderdim. herkesin doğası sadece bir yalan. insan ruhu diye bir şey yok. duygular saçmalık. sevgi saçmalık. yaşarız ve ölürüz. bunun dışındaki her şey sadece hayal. bunlar edilgin hatunların duygular ve hassasiyetlerle ilgili saçmalıkları. sadece uydurulmuş, taraflı, duygusal zırvalıklar. ruh yok. tanrı yok. sadece kararlar, hastalıklar ve ölüm var.
aşk saçmalıktır. duygular saçmalıktır. ben bir kayayım. pisliğim. hiçbir şeyi sallamayan bir götüm ve kendimle gurur duyuyorum.
üçüncü dereceden taciz veya ikinci dereceden kanuna karşı gelme, birinci dereceden hakaret veya ikinci dereceden rahatsızlık verme durumu vardı ve aptal oğlan diğer insanların yaptığından başka bir şey yapmaya korkar olmuştu. yeni, farklı veya orijinal bir şey muhtemelen kanunlara aykırıydı. riskli veya heyecan verici her şey insanı doğrudan hapse yollardı.
insanlar dünyanın güvenli ve düzenli bir yer olması için yıllarca çalışırlardı. ama hiç kimse bunun ne kadar sıkıcı olabileceğinin farkında değildi. bütün dünyanın parsellendiğini, hız limitleri konduğunu, bölümlere ayrıldığını, vergilendirildiğini ve düzenlendiğini; bütün insanların sınavlardan geçirildiğini, fişlendiğini, nerede oturduğunun, ne yaptığının kaydının tutulduğunu düşünün. hiç kimseye macera yaşayacak bir alan kalmazdı, satın alınabilenler hariç. lunaparka gitmek gibi. film izlemek gibi. ama bunlar yine de sahte heyecanlardı. dinozorların çocukları yemeyeceğini bilirsiniz. büyük bir sahte afetin olma şansı bile oy çoğunluğuyla ortadan kaldırılırdı. gerçek afet veya risk ihtimali olmadığından, gerçek kurtuluş şansı da ortadan kalkmış oldu. gerçek mutluluk yok. gerçek heyecan yok. eğlence, keşif, buluş yok. bizi koruyan kanunlar aslında bizi can sıkıntısına mahkum etmekten başka bir işe yaramazlar. gerçek karmaşaya ulaşamadığımız sürece, asla gerçekten huzurlu olamayacağız. her şey berbat bir hal almadığı sürece, yoluna da girmeyecek.
kadınların boşalmamak için boktan şeyler düşünmek zorunda olmaması hiç de adil değil.
lütfen, bana bu dünyada olduğu gibi görünen bir tek şey söyle.
kadınlar eşit hak falan istemezler. bastırıldıkları zaman daha fazla güçleri oluyor çünkü. erkekler onların büyük suikatsçı düşmanları olsun istiyorlar. varlıklarının temeli buna dayanıyor.
geçmişini hatırlamayanlar onu tekrarlamaya mahkumdur. ama ben geçmişini hatırlayanların daha da beter durumda olduklarını düşünüyorum. geçmişini hatırlayanlar hikayeyi daha da karman çorman bir hale getirirler. bence geçmişini hatırlayanlar geçmişleri tarafından etkisiz hale getirilirler.
kadavralarla ilgili şeyler düşündüğünüz sürece, hiçbir yere varadan hatuna saatlerce binebilirsiniz.
para için dilenmediğim sürece, insanların bana acımasındansa benden nefret etmesini tercih ederim.
artık, nasıl olduğumu biliyormuş numarası yapmıyorum bile.
anlamadığımız şeylerle yaşayamıyor oluşumuz ne kötü. her şeyin etiketlenmesine, açıklanmasına ve yeniden yapılanmasına ne kadar da ihtiyacımız var. kesinlikle açıklanamıyor olsa bile. tanrı'nın bile.
sonrasındakiler asla ilk sefer kadar iyi olmaz.
kilitlenmemiş tuvalet kapılarının arkasında karşılaştığınız insanlar havadan sudan konuşmaktan bıkmış insanlardır. güvenlikten yorulmuş insanlardır. bu insanlar bir sürü ev dekore etmişlerdir. bunlar sigara içmeyen, şeker, tuz, yağ ve biftek yemeyen, bronz tenli insanlardır. bunlar sonunda kazandıkları her şeyi sadece kaybetmek için ömür boyu çalışan anne babalarını ve büyükanneleriyle büyükbabalarını görmüş insanlardır. beslenme tüpüyle hayatta kalabilmek için bütün servetini harcayan, nasıl çiğneneceğini ve yutulacağını dahi unutan insanları görmüş kişilerdir. kilitlenmemiş kapıların ardında oturan bu insanlar daha büyük bir evin sorunları çözmeyeceğini çok iyi bilirler. daha iyi bir eş, daha çok para ve daha gergin bir cildin de. sahip olacağın her şey, bir gün kaybedeceğin şeylerden sadece biridir. cevap, bir cevabın olmamasıdır.
insan bazı sınırları aşınca, aynı şeyi tekrar tekrar yapmak istiyor.
herhangi bir şey yaratma riskini göze alamadığım için ömrüm boyunca her şeye saldırdım.
geçmişi geri getirmenin imkanı yoktur. sadece rol yapabilirsiniz. kendinizi kandırabilirsiniz; ama biten bir şeyi tekrar yaratamazsınız.
bazı çizgileri geçtikten sonra, hep geçmek istiyorsunuz.
belki de bilmek önemli değildir.