ernesto sabato
guido caddesi'nde, echagüe'nün evinde olmuştu olay. yaşlı adam henüz hayattayken hizmetçi kızlardan biri kendini güneşli günlerde retiro parkı'nda çalıştıran bir kör tarafından kullanılıyordu. 1935 yılında, gözü kara ve genç bir ispanyol, kapıcı olarak işe girdi, hizmetçi kıza aşık oldu ve sonunda onu kör efendisinden uzaklaştırmayı başardı. hizmetçi kız aylarca korku içinde yaşadı, taa ki yavaş yavaş kapıcının da çabalarıyla körün kendisini cezalandırmakla savurduğu tehditlerin asılsız olduğunu düşünmeye başlayana kadar. iki yıl geçti. 1937 yılında, ocak ayı gelince echagüe'nün ailesi yazı çiftlikte geçirmek için evi toplamışlar. hepsi evden çıkmışlar, içeride yalnızca üst katta yaşayan kapıcı oğlan ile hizmetçi kız kalmış. yaşlı uşak juan, ki bazen kahya olarak hizmet ettiği de olurdu, herkesin çıktığını sanarak elektriği kesmiş ve büyük giriş kapısını kilitleyerek evden çıkmış. juan elektriği keserken kapıcı ve karısı asansörle inmekteymişler. üç ay sonra, echagüe ve ailesi çiftlikten döndüklerinde, buenos aires'te olmadıkları üç ay boyunca asansörde kapalı kalan kapıcının ve karısının iskeletlerini bulmuşlar.
işte bu olayı anımsamıştım, buna bağlı olarak korkunç şeyler düşünmeye, olayın ayrıntılarını gözümde canlandırmaya başladım: asansörün durduğunu görünce kapıcı şaşırır. birçok kez asansörün düğmesine basar, körüklü iç kapıyı açıp kapatır. aşağıya juan'a eğer açtıysa iç kapıyı kapatması için bağırır. kimse yanıtlamaz. daha yüksek sesle bağırır, kimse yanıt vermez. önce enerji sonra korku dolu olarak kerelerce bağırır. bir süre geçer, karısıyla neler olup bittiğini sorarak birbirlerine bakarlar. genç adam tekrar bağırmaya başlar, kadın da ona katılır, ikisi birden bağırır. bir süre beklerler, konuşurlar: "tuvalete gitmiş olmalı, dobrowski'yle (yandaki evin polonyalı kapıcısı) konuşuyordur, bir şey unutuldu mu diye eve bakmaya gitmiştir vb. on beş dakika geçer, yeniden bağırmaya başlarlar. boşuna. beş on dakika boyunca bağırırlar. boşuna. artık çok kaygılıdırlar, artan bir kaygı ve korkuyla birbirlerine bakarlar. kimse umut kırıcı bir şey söylemek istemez; ama herkesin gitmiş olduğunu ve elektriği kestiklerini düşünmeye başlarlar. bağırırlar, önce biri, sonra öteki, sonra ikisi birden, tüm güçleriyle, korku çığlıkları atarak, vahşi hayvanlarca kıstırılmış hayvanlar gibi uluyarak. bu ulumalar saatlerce sürer, sonra güçten düşmeye başlarlar. sesleri kısılır, harcadıkları çabadan ve korkudan zayıf düşerler, bitkin bir halde, ağlayarak, iki kat arasındaki masif bloku yumruklarlar. bir süre karanlıkta suskun, şaşkın kalakalırlar. daha sonra konuşurlar, fikir alışverişinde bulunurlar; hatta biraz umutlanırlar bile: juan dönecek, köşedeki bara bir şey içmeye gitmiş olmalı; juan evde bir şey unutmuştur kesinlikle, döner birazdan. yukarı çıkmak için asansörü çağırınca onları bulur, onu ağlayarak karşılarlar, "bilsen juan, ne kadar çok korktuk" derler. ve sonra üçü birden, başlarından geçen kabus hakkında yorumlar yaparak sokağa çıkarlar ve gülerler, o kadar mutludurlar ki! ama juan bir türlü geri dönmez, ne köşedeki bara gitmiştir, ne de yandaki evin polonyalı kapıcısıyla çene yarıştırıyordur: saatler geçer ve bu terk edilmiş evde hiçbir şey olmaz. biraz güçlerini topladıktan sonra yeniden bağırmaya başlarlar, bağırışlar çığlıklara, çığlıklar ulumalara, giderek anlamsız iniltilere dönüşür. bu kadar korkunç bir şeyin başlarına gelmiş olmasının olanaksızlığını düşünerek asansörün tabanına yıkılmış olmalılar. bu insanoğlunun tipik tepkisidir, korkunç bir şey olduğu zaman "bu olamaz, bu olamaz!" der; ama olmaktadır ve korku yeniden yutar onları. ondan sonra yeniden bağırmış ve ulumuşlardır. ama kim yardım edebilir ki? juan çiftliğe gitmektedir, o da patronlarıyla gidecektir. tren gece saat 10'da yola çıkacaktır. attıkları çığlıklar hiçbir işe yaramaz, tüm insanlar çığlık ve ulumaların bir işe yarayacağına ilişkin saçma sapan bir düşünceye eğilimlidir; ama işe yaramadıkları pek çok felakette kanıtlanmıştır; böylece kendilerine kalan kısıtlı enerjiyi de bağırarak ve homurdanarak tüketirler ve bu her zaman inlemelerle son bulur. böyle devam edemez tabii ki, bir an tüm umutlarını yitirmişken, ertesi an çok gülünç bile gözükse yemek düşünürler. ne için yemek yemek? ıstırap süresini uzatmak için mi? kabinde, karanlıklar içinde, yerde (birbirlerini hisseder, birbirlerine dokunurlar), ikisi de aynı korkunç şeyi düşünürler: açlık dayanılmaz olduğunda ne yiyecekler? zaman geçer, birkaç gün içinde gelecek olan ölümü düşünürler. nasıl olacak? insan açlıktan nasıl ölür? geçmişi düşünürler, akıllarına mutlu zamanların anıları gelir. kadına parque retiro'da fahişelik yaptığı zamanlar güzel görünmektedir artık; güneş vardır, denizci ya da asker delikanlılar iyi hatta yumuşaktırlar, önünde sonunda yaşamla ilgili şeylerdir bunlar ve tüm iğrençliklerine karşın ölüm anında insana olağanüstü görünürler. adam çocukluğunu, galicia'yı, şarkıları ve dansları anımsayacaktır. tüm bunlar ne kadar uzakta şimdi. adam, kadın ya da ikisi birden, yeniden, "ama bu olamaz" diye düşünürler. bu tür şeyler gerçekte olmamaktadır. nasıl olabilir ki? yeniden bağırmaya başlamış olabilirler ama artık fazla enerjileri kalmamıştır ve bağırışlar daha kısa sürer. yeniden düşüncelerine gömülürler, adam galicia'yı, kadın fahişelik yaptığı mutlu zamanları düşünmektedir. neyse, böyle ayrıntılı bir tanım yapmak ne işe yarar ki? biraz hayalgücü olan herkes nasıl olduğunu düşleyebilir; artan açlık, karşılıklı kuşkular, olmuş bitmiş olaylar için birbirini suçlamalar. adam kadının başının etini yemeye başlar ve vicdanı rahat etsin diye onu fahişelik yapmış olmasıyla suçlar, utanmıyor mudur? bu yapmış olduğu iğrenç değil midir? vb.
adam kadını yiyebileceğini düşünür (1-2 gün açlıktan sonra), tamamen öldürmese bile bedeninin bir bölümünü yiyebileceğini düşünür, bir iki parmağını ya da bir kulağını. bu iki insanın tüm gereksinmelerini orada giderdiklerini düşünürsek kabin giderek daha pis, daha iğrenç, daha dayanılmaz olmaktadır. ama her şeyden çok açlık ve susuzluk dayanılmazdır artık. susuzluğu sidikleriyle giderebilirler, çişlerini avuçlarında biriktirerek içebilirler, bu denenmiştir; ama ya açlık? kimse yanında başka biri varken kendi organını kopartıp yememiştir. kont ugolino'nun kendi oğullarıyla birlikte gömülmesini anımsıyor musunuz? yani, diyorum ki, 4 gün sonra, belki de daha kısa bir süre sonra, pis pis kokmaya başlamış ve vahşileşmişlerdir, karşılıklı duydukları nefret giderek artmış ve en güçlü olan en zayıf olanı yemiştir kesinlikle. bu durumda kapıcı hizmetçiyi yemiş olmalı, belki önceleri kısmen, kafasına vurduktan ya da onu kabinin duvarlarına vurarak parçaladıktan sonra parmaklarından başlayarak kadının tümünü yemiş olmalı.
iki ayrıntı bu kurgumu doğruluyor: kızın elbisesi parça parça yerlerdeki pisliklerin içindeymiş; ayrıca kemikleri de sanki yamyam kapıcı tarafından birbiri ardına koparılmış gibi parça parça çevreye saçılmışmış. adamın çürümüş, yer yer iskeleti çıkmış cesediyse ayrı bir köşede ama tümmüş.