marquis de sade
insanı yaratıcısına bağlayan ve var olduğu için bu yüce yaratıcıya duyduğu minnetini ibadet yoluyla ona kanıtlamaya zorlayan anlaşmaya din diyorsunuz değil mi? pekala! insanın, varlığını doğanın karşı konulmaz planlarına borçlu olduğu kanıtlanmışsa eğer; bu yerküre üzerindeki varlığının yerküre kadar eski olduğu kanıtlanmışsa eğer, demek ki insan da, meşe gibi, aslan gibi, bu yerkürenin bağrında bulunan mineraller gibi, yerkürenin varlığının gerekli kıldığı ve kendi varlığını kimseye borçlu olmayan bir üründür; aptallara göre, gördüğümüz her şeyin biricik yaratıcısı ve imalatçısı olan bu tanrının, insan aklının varabileceği en son noktadan başka bir şey olmadığı, bu aklın kendi işlemlerine yardımcı olacak hiçbir şey bulamadığı anda yarattığı hortlak olduğu kanıtlanmışsa eğer; bu tanrının varlığının imkansız olduğu ve her zaman eylem halindeki, her zaman hareket halindeki doğanın, salakların karşılıksız olarak vermekten hoşlandıkları şeye kendiliğinden bağlı olduğu kanıtlanmışsa eğer, bu hareketsiz varlığın var olduğunu varsaysak bile, tek bir gün bile işe yaramadığından ve milyonlarca yüzyıldan beri aşağılık bir atalet içinde bulunduğundan onun tüm varlıkların kesinlikle en gülüncü olacağı kesinse eğer; onun, dinlerin bize tarif ettiği gibi var olduğunu varsaysak bile varlıkların kesinlikle en iğrenci olurdu; çünkü yeryüzünde kötülüğü mümkün kılmıştır; oysaki o her şeye kadirliğiyle bu kötülüğü engelleyebilirdi. demek istediğim, eğer tüm bunlar kanıtlansaydı, hem de tartışmasız gerçek olarak kanıtlansaydı, bu durumda insanı bu aptal, yetersiz, acımasız ve acınası yaratıcıya bağlayan dindarlığın pek gerekli bir erdem olduğuna inanabilir miydik?
ey elinde tırpanla dolaşan sizler, batıl inanç ağacına son darbeyi indirin; dalları budamakla yetinmeyin: etkileri bu kadar bulaşıcı olan bir bitkiyi tamamen kökünden söküp atın; sizin özgürlük ve eşitlik sisteminizin, isa sunağının rahiplerini, tek birinin bile varlığına müsaade etmeyecek kadar açıkça yadsıdığına kesinlikle ikna olun; onlar bu sistemi iyi niyetle benimsemiş olsalar bile vicdanlar üzerinde herhangi bir etki elde etmeyi başardıkları an onu yıkmaya kesinlikle çalışacaklardır. geçmişte yararlandığı durumla şu an mecbur bırakıldığı durumu karşılaştırarak, yitirdiği güveni ve otoriteyi yeniden ele geçirmek için elinden geleni yapmayacak rahip var mıdır? ve ihtiras içindeki bu tepesi tıraşlının bir süre sonra yeniden kölesi olmaya hazır, zayıf ve ödlekler ne çoktur!
avrupa kendisini hem kılıçtan hem de buhurdanlıktan sizin kurtarmanızı bekliyor. dini batıl inançların engellerini parçalamadan krallığın tiranlığını ortadan kaldırmanızın imkansız olduğunu unutmayın: bunlar birbirine öylesine sıkı sıkıya bağlıdır ki, ikisinden birinin varlığını sürdürmesine izin veriniz, ortadan kaldırmayı ihmal ettiğiniz hangisiyse onun nüfuzu altına bir süre sonra yeniden düşersiniz. bir cumhuriyetçi artık ne hayali bir varlığın kucağında ne de aşağılık bir dalaverecinin kucağında dize gelmelidir; onun tek tanrısı cesaret ve özgürlük olmalıdır artık.
daima sefil bir adam, aşağılık bakış açısıyla krallık düzeninin acımasızlıklarına hep bağlı kalacaktır; geçmişte kabul etme çılgınlığını gösterdiğimiz bu din kadar bayağı bir dinin aptallıklarına boyun eğdiğinde, o artık bana ne yasaları buyurabilir ne de aydınlanmayı taşıyabilir; ben onu ancak ön yargıların ve batıl inancın kölesi olarak görürüm.
roma'da bile, papaların sarayının süslenmesinde ya da güzelleştirilmesinde kullanılan şeylerin örneği paganlıktadır ve dünya durdukça, büyük adamların esin gücünü de yalnızca bu pagan nitelikler coşturacaktır.
tüm halkların tarihine bakın: batıl inançları yüzünden kurtulamadıkları alıklık nedeniyle, sahip oldukları hükümetin yerine monarşik bir hükümeti koymayı asla istemediklerini göreceksiniz; kralların dini desteklediğini ve dinin de kralları kutsadığını görürsünüz daima. kahya ile aşçının hikayesi bilinmektedir: siz bana biber verin, ben de size tereyağını vereyim. zavallı insanlar, bu iki hergelenin efendisine benzemek zorunda mısınız?
dinlerin, despotizmin beşiği olduğundan kuşku duymayın; tüm despotların ilki bir rahipti. despotizm ile din arasında tüm zamanlarda, tüm yüzyıllarda öyle sıkı bağlar kuruldu ki, birini yok ederken diğerinin temellerini de dinamitlemek gerektiği artık gün gibi aşikardır; despotizm her zaman dine yasa olarak hizmet edecektir. yine de ne katliamları ne de sürgünleri öneriyorum; tüm bu dehşet verici şeyler, bir an bile tahayyül edemeyeceğim kadar uzaktır yüreğime. hayır, asla öldürmeyin, asla sürmeyin; bu vahşilikler kralların ya da onlara öykünen hergelelerin vahşiliğidir; bu vahşilikleri uygulayanları kendi yöntemleriyle korkutamazsınız.
her halk kendi dininin en iyisi olduğunu ileri sürer ve ikna etmek için de yalnızca birbirleriyle uyumsuz olmakla kalmayan, neredeyse hepsi de çelişik olan sayısız kanıta dayanır. içinde bulunduğumuz derin cehalette, bir tanrının varlığını varsayarsak, hangi din tanrının hoşuna gidebilir? eğer aklı başında insanlarsak ya bunların hepsini korumalıyız ya da hepsini yasaklamalıyız; onları yasaklamak kesinlikle en emin yoldur; çünkü hepsinin şaklabanlık olduğuna ahlaki olarak inanıyoruz ve var olmayan bir tanrıyı hiçbir din memnun edemez.