dostoyevski
bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir. kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor. kendisine bir ülkü edinen çok az. umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor: "yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen?" öte yanda iyilik isteyenler, insanlığın bin yıl sonraki geleceğini kendilerine dert ediniyorlar. insanları birbirine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı. herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. herkes kendini düşünüyor. kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor.
insanoğlu aptal değilse bile korkunç derecede nankördür. evet, eşi bulunmaz bir nankör! bana kalırsa insanın en iyi tanımlanması şöyle olmalı: iki ayaklı nankör bir yaratık. hepsi bu kadarla kalsa gene iyi. çünkü böylece en büyük kusuru unutulmuş olurdu. insanın en büyük kusuru, nuh tufanından başlayıp schlezwig-holstein dönemine değin süren, alnının kara yazgısı olan erdemsizliğidir. erdemsizlik ve buna bağlı olarak ölçüsüzlük. ölçüsüzlüğün erdemsizlikten ileri geldiği çoktandır bilinen bir gerçektir.
bize insan olmak, yani etiyle kemiğiyle insan olmak bile yük geliyor; bundan utanıyoruz, ayıp sayıyoruz. "soyut insan" diyebileceğim garip yaratıklar olmaya can atıyoruz. biz ölü doğmuş kişileriz; zaten çoktandır canlı olmayan babaların soyundan ürüyoruz ve bu durumu gittikçe daha çok beğeniyor, bundan zevk almaya başlıyoruz. nerdeyse bir kolayını bulup bizleri doğrudan doğruya düşüncelerin doğurmasını sağlayacağız.
bence insan, yakınlarını sevmek olanaksızlığıyla birlikte doğar. akrabalar arasındaki sevgi bu bakımdan iğrençtir. hak edilmemiştir çünkü. sevgiyi hak etmek gerekir.
doğanın, gerçeklerin yasalarına göre yaşamalıdır insan.