leyla erbil
yasaklar, günahlar ve emirler silsilesiyle karşımıza dikilen din, bizden, allah'a yaranmadan başlayarak iktidara, devlete yaranma söyleminden başka bir dil geliştirmemizi bekleyemez.
carl jung: tımarhanelerdeki her bir hastaya karşı, dışarda 10 deli dolaşır.
biliyoruz ki bu ülkede, hem basılı yayına hem görsel yayına sahip olmaması gereken ilkel (aç) kapitalizm ikisine de sahiptir. devletle de iç içedir! asıl ve son amacı kapitalist sistemin dev şirketlerinin son amacıyla eşleşecektir! daha da devleşip denetimsiz bir boyuta vararak dünyamızı bir baştan bir başa medeia'nın alevden giysisiyle kaplayacaktır.
jorge luis borges: labirentlerden, aynalardan, kaplanlardan, bu gibi şeylerin hepsinden sıkıldım. hele bunları başkaları da kullanmaya başlayınca. işte bu, beni taklit edenlerin bana verdiği bir olanak. taklitçiler insanın edebi hastalıklarını geçiriyorlar. insan şöyle düşünüyor: "dünyada bu işi gören o kadar çok adam var ki, artık benim bununla uğraşmama gerek yok. bırakayım öbür insanlar uğraşsın; iyi ki kurtuldum."
bir toplumun bir alanında temizlik, bir alanında sefillik egemen olamaz.
edward said: ben entelektüelin, zayıf olanların ve temsil edilmeyenlerin safına ait olduğuna eminim. salt hükümet politikalarını eleştirmek değildir bu; daha çok entelektüelin yarım doğrulara ya da basmakalıp fikirlere pabuç bırakmamak için sürekli tetikte olmayı görev edinmesi meselesidir.
"kış mevsiminde kadınla yat çünkü sıcaktır; yaz mevsiminde oğlanla yat çünkü serindir." (kabusname)
george bataille: edebiyat, inorganik olduğu için hiçbir şeyden sorumlu değildir. hiçbir şey ona dayanarak oluşmaz. o her şeyi söyleyebilir. daha doğrusu, eğer edebiyat, ahlaki değerleri en derinlere yerleşmiş insanların kendini ifade edişi olmasaydı -otantik olduğu ölçüde ve kendi bütünlüğü içinde- büyük bir tehlike yaratabilirdi.
franz kafka: yazarın varlığı gerçekten yazı masasına bağlıdır. yazar cinnetten yakasını kurtarmak istiyorsa, doğrusu asla uzak kalamaz yazı masasından; dişiyle tırnağıyla ona tutunması gerekir.
hız, insanla bilginin, insanla insanın arasını açıyor. bu çağda bilgiye yetişmek, her şeyi öğrenip kavramak olası değil artık.
ahmet oktay: bilgisayar teknolojileri gerçekliği ve tarihi uçuculaştırıyor. açlık, kıtlık, savaş, siyasal şiddet ve terör gibi toplumsal olayları elektronik görüntülere dönüştürüyor. bireyler arasındaki birebir ilişki durumunu sınırlandırmakla kalmıyor, toplumsallaşma sürecinden uzaklaştırıyor bireyi. zaman duygusu parçalandığı, olaylar arasındaki olumsal nedensellik ilişkileri kırıldığı için tarih kavramının içeriği de zayıflıyor, anlamlandırıcı olmaktan çıkıyor.
jules de gaultier: insan, olduğundan farklı görür kendini; hem de zorunlu olarak böyle görür ve insan varoluşunun ilkesi de budur.
bizim milli duygumuz din kökenli hoşgörüsüzlük, gaddarlık, aşağılık duygusu ve sinsiliktir.
1980'de başımıza çöreklenen askerlerin dayattığı 1982 anayasa oylamasından istanbul'dan sadece 275.000 mavi (ret) oy çıkmıştı. bu sayı o görkemli işçi bayramı (1977) kutlamasına gelen taksim alanındaki insanlarımızın sayısını bile bulmuyor.
protagoras: insan her şeyin ölçüsüdür.
1925'teki takrir-i sükun kanunu sadece isyanları değil solu da temizliyor. daha da öncesi var: yükselen işçi hareketlerini ve yayılan sol hareketi denetime alabilmek amacıyla kurdurulan resmi komünist fırkası, mustafa suphi ve 15 arkadaşının öldürülmesi, "türkiye halk iştirakiyyun partisi"nin kapatılması, 1922'de 300 komünist ve sendika yöneticisinin tutuklanması, milletlerarası işçi birliği'nin kapatılması, şefik hüsnü'nün, nazım hikmet'in, sadrettin celal'in, giderek yüzlerce, binlerce, on binlerce insanımızın başına gelenler.
samuel beckett: nothing is more real than nothing.
bence mustafa kemal'in tamamlamak fırsatını bulamadığı, bulsaydı çok daha olumlu bir yerlere götürebileceği proje tam da karşıta, bağnazlığa, orta çağ kuyusunun dibine düştü. gördüğüm kadarıyla bu kafalar iktidarı bütünüyle ele geçirirlerse, bir süre sonra aynı insanlar (bu yeni ümmet) kendilerini bu kez de şeriatın boyunduruğundan kurtaracak zorlu savaşlar vermek zorunda kalacaklar. bunun sadece türkiye'de değil, tüm dünyada da yaşanacağından kaygı duyuyorum.
ölümün kaçınılmazlığı, insanın bu evrensel korkusunu karşılayamayan sistemler; yani onları aldatmaya çalışmayan onurlu eleştirel akıl her vakit durup durup mistisizmin kucağına düşüyor. zayıf ve sakatlanmış olan insanın bu zaafı yüzünden kurtuluşu da erteleniyor. dinler bu yüzden yok olmuyor. mistiklere her vakit bir yer var böyle adaletsiz bir dünyada. esrarlar, sırlar, gizemler, mucizeler, fallar, tarotlar, yıldızlar..