herman melville
ertesi sabah oldu.
"bartleby" diye kibarca seslendim paravanın arkasına.
cevap yok.
daha da nazik bir tonla "bartleby" dedim, "buraya gelin, sizden yapmamayı tercih edeceğiniz bir şeyi yapmanızı istemeyeceğim; sadece sohbet etmek istiyorum sizinle."
bunun üzerine usulca ortaya çıktı.
"söyler misiniz bartleby, nerede doğdunuz siz?"
"yapmamayı tercih ederim."
"peki bana kendiniz hakkında herhangi bir şey anlatır mısınız?"
"yapmamayı tercih ederim."
"fakat benimle konuşmamak için mantıklı ne gibi mazeretiniz olabilir? dostunuzum ben, kendimi öyle görüyorum."
ben konuşurken yüzüme bakmıyordu; ama bakışlarını, o sırada oturduğum yerin tam arkasında, başımın yaklaşık 15 santim üstünde duran cicero büstüne dikmişti.
oldukça uzun bir süre bekledikten sonra, "cevabınız nedir bartleby?" dedim; bu sırada yüzü hala kaskatıydı; sadece kanı çekilmiş ince dudaklarında belli belirsiz bir kıpırtı vardı.
"şimdilik, hiç cevap vermemeyi tercih ediyorum." dedi ve zaviyesine çekildi.
biraz yumuşakbaşlıydım kabul ediyorum; ama bu seferki tavrı tepemi tam attırdı. bu ters tavrında gizliden gizliye sakin bir aşağılama olduğu gibi, gösterdiğim inkar edilemez iyi niyetimi ve ona düşkünlüğümü de hesaba katarsanız, yaptığı nankörlükten başka bir şey değildi.
oturup ne yapmam gerektiği konusunda yeniden düşüncelere daldım. davranışı karşısında iyice alçalmış olduğumdan, yazıhaneme girerken onu kovmaya karar vermiştim, gelin görün ki, garip ama gerçek, batıl bir şeylerin beni canevimden vurduğunu hissettim; bu his, amacım doğrultusunda hareket etmemi yasaklıyor ve insanoğlu insanın en yalnızı bu adama tek bir kötü kelime daha telaffuz etmeye yeltenirsem beni alçak bir hain ilan edeceğini söylüyordu. sonunda, dostça bir tavırla sandalyemi paravanın arkasına, onun yanına çekip oturdum. "bartleby, peki, geçmişinizi boşverin; ama bir dostunuz olarak sizden istirham ediyorum, bu büroyu kullanma kurallarına uyunuz. haydi, belgeleri yarın ya da ertesi gün gözden geçirmeye yardımcı olacağım deyin şimdi; uzun sözün kısası, bir iki gün içinde birazcık olsun mantıklı olmaya başlayacağım deyin, deyin şunu bartleby, haydi."
"şimdilik birazcık mantıklı olmamayı tercih ederim." dedi, ölgün ve mülayim sesiyle.
işte tam bu sırada katlamalı kapılar açıldı ve cımbız bize doğru geldi. her zaman olduğundan çok daha ağır bir hazımsızlık yüzünden hiç olmadığı kadar kötü bir gece geçirmiş gibiydi. bartleby'nin son söylediklerini de duymuştu.
"demek tercih etmiyorsun ha?" dedi cımbız, dişlerini gıcırdatarak. sonra da bana dönüp, "sizin yerinizde olsam efendim, onu öyle bir güzel tercih ederdim ki -bu inatçı katıra tercihler verirdim efendim! allah aşkına söyleyin efendim, bu sefer neymiş yapmamayı tercih ettiği?"
bartleby'nin kılı bile kıpırdamadı.
"bay cımbız" dedim, "ben sizin şimdilik çekilmenizi tercih ederim."