elsa morante
anlatırlar ki insan, başlangıçta, cennetin saflığından, bilinç uğruna vazgeçmiş. bu seçim de tarihin deneyiminden, daha doğrusu devrim ile iktidar kuklası arasındaki, sonunda kukla kazanıncaya kadar süren, insanı en aşağı hayvanların bile daha arkasına iten mücadeleden geçmesini gerektiriyormuş. işte şimdi, bu sürece tanık oluyoruz! aslında, yaşayan tüm öteki canlı türleri, hiç olmazsa gerilemediler: ilk gün nerede idiyseler, orada kaldılar, cennette, doğa aleminde! bu arada sadece insanlık geriye gitmiştir! yalnızca tarihsel bilinç derecesinden değil, hayvansal doğasının derecesinden de geriye gitmiştir. biyolojiyi ve tarihi bir kez daha gözden geçirmek yeter. şimdiye kadar hiçbir zaman, hiçbir canlı türü, modern çağda insan toplumunun doğurduğu gibi, doğanın da gerisinde kalan bir canavar doğurmamıştır: kentsoyluluk!
hiç olmazsa, kentsoyluluk öncesi iktidarlar, togalarına bürünmüş, başlarına taç giymiş, tahtlara, mihraplara kurulmuş ya da ata binmiş halde ne denli yozlaşmış olurlarsa olsunlar, gene de belki evrensel bilincin diyelim, gecikmiş bir özlemini duyuyorlardı. bu utançtan -hiç olmazsa kısmen- kurtulmak için, insanlara yaptıklarının -hiç olmazsa kısmen- ceremesini ödemek ya da onlara bir kurtuluş umudu vermek için yaşamı sürdürecek, yararlı bir eser bırakıyorlardı. bir başka deyişle, kokuşmadan önce, parlak bir iz bırakıyorlardı işte. ama kentsoylu iktidar, geçtiği yerlerde, iğrenç bir salyalı izden, yara iltihabından öte bir şey bırakmaz. yapıştığı yerde her türlü canlı maddeyi -hatta her ölü maddeyi bile- çürüğe, kangrenli dokuya dönüştürür, cüzam gibi. bundan utanmaz da! gerçekten utanma da bilincin bir belirtisidir ve kentsoylular, insanın onuru olan bilinci kesip atmışlardır. kendilerini eksiksiz yaratıklar sanırlar; oysaki hepsi de sakattır. en büyük talihsizlikleri de bu inatçı, söz dinlemez bilgisizlikleridir.
doğa, tüm canlıların malıdır; özgür, açık doğmuştur ve onlar doğayı kendi ceplerine sokabilmek için sıkıştırdılar, ezdiler. başkalarının emeğini borsa senetlerine, dünyanın tarlalarını gelire ve insan yaşantısının tüm değerlerini; sanatı, aşkı, dostluğu alınıp cebe atılabilecek mallara dönüştürdüler. devletleri, başkalarının emeğinin ve bilincinin bedelini kendi pis işlerine yatıran faizci bankalarıdır: silah üretimiymiş, pislik üretimiymiş, baskınlarmış, savaşlarmış, adam öldürmeymiş, ırza saldırmaymış, işleri bunlar! ürün fabrikaları kendi çıkarlarının hizmetinde, lanet olası köle kamplarıdır. bütün değerleri sahtedir, sahtelikle yaşarlar. ve başkalarının sırtından geçinirler. ama başkalarının onlara karşı çıkması hala umut edilebilir mi? belki de onlar, geleceğin tarihinin tek malzemesi olarak kalacaklardır. tarihin bilgin hesapçılarının, hatta en iyilerinin bile ne yazık ki yanıldıkları, hesabı şaşırdıkları yer, o en önemli, tersyüz olma noktası, belki de burasıdır. kentsoyluluk hastalığına, bir sınıfın belirtisi olarak teşhis koydular; oysa kentsoylu hastalığı, tarihi yozlaştıran onmak bilmez yaranın en son, cerahatlenmiş kokuşmasıdır. bir veba salgınıdır. ve kentsoyluluk, toprak yakma taktiğini uygular. iktidarı bırakmadan önce tüm toprağı mahvedecek, evrensel bilinci tohumuna varıncaya dek yozlaştıracaktır. böylelikle mutluluk umudu ortadan kalkmıştır! her devrim, daha başından yitirilmiştir!