arthur koestler
marx ve engels'in dediklerine bakılırsa, komünizmin sınıfsız toplumu, sarmal diyalektiğin bitiminde, ilk çağların komünist toplumunun bir dirilişi olmalıydı. dolayısıyla, yürekten inanç, inançlının her zaman sosyal ortama karşı bir ayaklanmasını, çağların derinliğinden çekilip çıkarılmış bir idealin gelecekteki yansımasını kapsar.
bütün ütopyalar mitolojinin kaynağından beslenir. toplum mühendisinin ayrıntılı çizimleri, ilkel metnin yeniden okunup düzeltilmiş baskısından öte bir şey değildir.
katıksız ütopyaya özveri ve kokuşmuş bir topluma karşı başkaldırı, bu durumda, tüm militan inançların yönelimini sağlayan, birbirine taban tabana zıt iki kutuptur. bu iki zıt kutbun hangisi, idealin çekiciliği mi yoksa sosyal ortamın iticiliği mi, diye sorgulamanın kökeninde şu hep sorulan tavuk ve yumurta meselesi yatmaktadır.
psikiyatra göre ütopya susuzluğu ve olan bir şeye karşı başkaldırı, toplumsal bir nevrozun belirtileridir. toplumsal reformcunun gözünde bunlar, sağlıklı ve aklı başında tavrın göstergeleridir. psikiyatr, içinde kendisinin de bozulduğu yozlaşmış bir topluma ayak uydurdukça kendisinin de yozlaşacağını; reformcuysa, iyice kökleşmiş olayların içine böylesine işlemiş de olsa, nefretin ütopya niteliğinde bir toplumun temelleri de olan bu erdemi ve bu adaleti doğurmadığını unutma rizikosunu taşır.
psikologun tutumu gibi, sosyologun tutumu da, bu durumda yarı gerçekliği yansıtır. devrimcilerin birçoğunun yaşam öykülerinin, aileler ya da toplumla nevroza kadar varabilen bir çatışma yaşadıklarını ortaya koyduğu doğrudur. ama bu da marx'ı açmak için, can çekişen bir toplumun kendi mezar kazıcılarını kendisinin yarattığının bir kanıtı değil midir?
insanı çileden çıkaran bir haksızlığa karşı takınılacak tek onurlu tutumun, içe bakışı daha uygun zamanlara erteleme pahasına, ayaklanma eyleminde sergilenen tutum olduğu da bir gerçek. ancak kokuşmuş bir toplumun, devrimci sürgünler verinceye dek kokuşturduğuna güven getirmek için, gerçek tarihte devrimlerin patlak vermesinde ağır basan yüksek nitelikli amaçlarla, devrimlerin son bulduğu yürekler acısı finali karşılaştırmak yeterlidir.
sosyologun ve psikologun yarım gerçekleri göz önünde bulundurulacak olursa, toplumsal adaletsizliğe aşırı duyarlılık ve ütopyanın marazi susuzluğunun nevroz ve uyumsuzluğun belirtileri olduğu sonucuna varılır. yalnız toplum öyle bir çürüme noktasına gelir ki, sinir hastasının başkaldırısı, açların gözleri önünde domuzlarını suda boğan bir topluma akıllı uslu boyun eğmekten iyidir tanrı katında. oysaki 1931'in aralık ayında, yirmi altı yaşımda, alman komünist partisi'ne katıldığımda, bizim uygarlığımızın durumu da böyleydi.