patrick süskind
mavi elbiseli küçük adam ansızın belirivermişti, yerden bitmiş gibi, elinde, tıpasını açtığı küçük bir şişecikle. hatırlayabildikleri ilk şey buydu; karşılarında biri dikilip bir şişeciğin tıpasını açmış, sonra bu şişeciğin içindekini üstüne başına dökmüş, dökmüş, birdenbire her yanını ışıl ışıl ateş sarmış gibi bir güzelliktir kaplayıvermişti.
bir an saygıdan, katıksız şaşkınlıktan geri çekildiler. ama aynı anda, bu geri çekilmenin daha çok bir tür kuvvet alma olduğunu, saygılarının isteğe, şaşkınlıklarının hayranlığa dönüştüğünü de anlamışlardı. bu melek-insana doğru çekildiklerini hissediyorlardı. hiçbir insanın karşı koyamayacağı, hele hiçbir insanın karşı koymak istemeyeceği için karşı koymanın daha da güç olduğu yavuz bir hortuma, tuttuğunu koparan bir sele yakalanmış gibiydiler; çünkü bu selin yıkıp sürüklediği, kendi tarafına çevirdiği şey istencin ta kendisiydi. ona ulaşmalı diyordu istenç.
çevresinde halka olmuşlardı, 20-30 kişi, daralttıkça daraltıyorlardı halkayı. çok geçmeden hepsi birden sığmaz oldu halkaya, itişip kakışmaya başladılar, her biri merkeze en yakın olmak istiyordu.
sonra birdenbire içlerindeki son tutukluk da yok oldu. meleğin üstüne atladılar, yere indirdiler onu. herkes ona dokunmak istiyor, herkes ondan bir parçacık, bir tüy parçası, bir kanatçık, o harika ateşinden bir kıvılcım almak istiyordu. elbiselerini, saçlarını, derisini parça parça yolup aldılar üstünden, pençelerini, dişlerini etine geçirdiler, çakallar gibi üstüne saldırdılar.
ama insan gövdesi denen şey sağlamdır, öyle kolay kolay parçalamaya gelmez, atlar bile büyük zorluklarla becerirler o işi. onun için bir anda hançerler parladı, indi, yardı, baltalar, kasaturalar ayırdı eklemleri, çatır çatır kırdı kemikleri. göz açıp kapayıncaya kadar otuz parçaya ayrıldı melek, herkes bir parçasını eline geçirdi, bir şehvet açlığı içinde bir kenara çekilip yedi yuttu. yarım saat sonra jean-baptiste grenouille yeryüzünden, bir tek lifi bile kalmamacasına kaybolmuştu.
yamyamlar yemekten sonra gene ateşin başında toplaştıklarında hiçbirinden tek söz çıkmadı. kah biri kah öbürü biraz geğiriyor, bir kemik parçası tükürüyor, sessizce dilini dişlerinin arasında gezdirip yutkunuyor, ayağıyla mavi ceketten arta kalmış bir parçayı ateşe itiyordu: hepsi de azıcık utanma duyuyor, birbirlerinin yüzüne bakmaya cesaret edemiyorlardı. içlerinde erkek olsun kadın olsun her birinin, cinayet ya da ona benzer aşağılık bir suç işlemişliği vardı. ama bir insanı yemek? böyle korkunç bir şeyin hiç; ama hiçbir zaman ellerinden gelmeyeceğini sanırlardı. şimdi, bunu ne büyük kolaylıkla yaptıklarına, üstelik de, ne kadar utanırlarsa utansınlar, bir damla bile vicdan azabı duymadıklarına şaşıyorlardı. tersine! içleri, midelerindeki ağırlık bir yana, tüy gibi hafifti. karanlık ruhlarını birden hoş bir sevinç sarmıştı. yüzlerinde, mutlu bir genç kız yüzünün hafif pırıltısı görülüyordu. belki bakışlarını yerden kaldırıp birbirlerinin gözünün içine dikmekten utanmaları da bundan ileri geliyordu.
sonra, önce kaçamak kaçamak, sonra doğruca göz göze gelmeyi başardıklarında, gülümsemeden edemediler. olağanüstü bir gurur duyuyorlardı. ilk kez sevgiyle bir şey yapmışlardı.