georges bataille
zekanın doruğu aynı zamanda zayıflığıdır.
düşüp düşmeyeceğimi, elimin tümceyi bitirmek için gereken gücü bulup bulamayacağını bilmiyorum; ama amansız istenç baskın çıkıyor: her şeyi kaybettiğimde ve ezeli bir sessizlik eve hakim olduğunda, bu masada bir kırıntı olan ben, burada, belki de yıkıntı haline gelen; ama ışıldayan bir ışık parçası gibiyimdir.
yaşamın yaymadığı şeye, varlığın içtenliği içine gizlenen gülüşün bu yoksul sessizliğini çıplaklaştırma gücüne belki de ölüm -ender olarak- sahiptir.
kuşkusuz dünyanın özü olan şey: şaşırtıcı bir saflık, sınırsız terk ediş, sarhoş taşkınlık, şiddetli bir "ne önemi var!"
ölümün berrak kokusunun duyuları coşturduğu, parçaladığı ve korkutuncaya dek gerginleştirdiği uzamın boş bir bölümünde, ölü, ben ve ev, dünyanın dışında asılıydık.
yanlış anlamaların, yanılgıların, cam üzerindeki çatal gıcırdamalarının gerekliliği; tüm bunlar, tıpkı bir peygamberin kötülüğün yaklaştığını bildirmesi gibi, bir çocuk umutsuzluğunu duyuruyordu.
toprak soğuk bedenleri sever.
yalandan, duyarsızlıktan, dişlerin takırdamasından, anlamsız mutluluktan, gerçeklikten; körleştirici yaşamın reddedişin birikmesinden doğan en küçük parçası kuyunun dibinde, ölümün dişe dişliğinde; bu parçadan kaçıyorum, o diretiyor, alna şırınga edilen birazcık kan gözyaşlarıma karışıyor ve uyluklarımı yıkıyor; aldatmadan, yüzsüz cimriliklerden doğmuş en küçük parça; kendine ilgisizliği göğün yüksekliğinden daha az değil; ve celladın, çığlıksız bırakan patlamanın katışıksızlığı.
sersemleme. saate ve yorgunluğa rağmen yatağa gitmem imkansız. bundan yüz yıl önce kierkegaard'ın söylediği, "biraz önce bir oyun oynanmış tiyatro kadar boş kafam" sözünü kendim için söyleyebilirim.
şiirin parıltısı, ölümün düzensizliğinde eriştiği anların dışında ortaya çıkar.
tüm gerçek değersizdir, her değer gerçek dışıdır!