enis batur
taşa yontulmuş bir sevgisizlik var şimdi. uzun sırtımızı dönüyoruz taşa ve aramaya koyuluyoruz gecenin getireceği serin açlığı. bir çocuğun gözleri akıyor, başka bir çocuğun, eğilip alıyoruz yerden taşın yüzüne vuran duvarı, bırakıyoruz belki de sezerek, aşılmazlığını ulaşılmaz karanlığın. ışığın parmaklarından sayrıl dansı başlıyor havanın; şakaklarımızda koyu kuyusu, elmacık kemiğinde yad sızısı, bahçelerde çocuklar.
bir keşiş yalnızlığın birimidir
bütün kapılar kapalı. ve birdenbire boğuluyor karanlık. ey ışık! simgesi yol yitiminin. lavlar yaklaşıyor ağza, dilin kemiği kıvrılırken usüstü bir gürültüyle. ey yalvaç! konuş bizi, söyle: neden yaralanmışızdır hep, bir annemiz oluşundan?
aykırı ağaçları yanlış tohumun
sonucu beklenen bir olay değildir bu: tarih bitmiştir. ve insanın sigortası yoktur. bu her gün biraz daha ateş kaçıran özdeğin er geç kaskatı kesileceği sokağı arıyoruz esnek gözlerimizden. oysa kerpeten çoktan cazibeden sıyrılmış, sessizce, boşluğun koşulsuzluğunu imliyor.
nedir çünkü şair, sesinde bütün yanıtların ertelendiği kişi değilse?
günler, ağaçların ve yokuşun yanından hızla akıyor. bir tortu büyüyor durmadan. artık kendimi susmaya alıştırıyorum. funda toprağı gibi hazır ve anlamsız. dünyaya göre eksilen kişileriz biz. bir tek sesimiz var bizi savunan, onu da yoruyor, yuvasından saptırıyoruz. "ağzım çoğalıyor" derdim bir zaman. şimdi ses. ve sizlik. bakalım ötesi var mıymış bu durumun. varsa geçeceğiz: yeni içyasalara, yeni durulmalara doğru. içyaralara. oysa yitirilen bir daha geri geliyor. yeniden yitirilmek için. bir yay boşalsın diye.