rıfat ılgaz
dolmuş dergisinin en hızlı günleriydi. hababam sınıfı öyküleri üçten ona, ondan yirmiye, yirmiden de otuza doğru ilerliyordu. ben "keselim mi artık?" diye sordukça ilhan selçuk: "aman kesme, iyi gidiyor!" diyordu.
gerçekten de iyi gidiyordu hababam sınıfı. kabataş lisesi'nde yatılı okuyan oğlum, bana yeni yeni olaylar getiriyor, anılarımı zenginleştiriyordu.
"sınıf" adlı bir kitap çıkarıp türkiyemizde 142. maddeden ilk kez içeri tıkılan anlı şanlı bir şairdim. markopaşa dönemini üstü kapalı atlatmıştım. tek başıma bu ünlü dergiyi yürüttüğüm yıllarda bile yazılarımın altında adım yoktu. sahibi ve sorumlu müdürü olarak adımın geçtiği yıllarda bile kimi yazıları benim yazdığıma kimse inanmıyor, ben de inanmamaları için elimden geleni yapıyordum.
bir gün ilhan selçuk: "dolmuş'taki hababam sınıfı öykülerini bir kitapta derleyelim." deyince şaşırmıştım. kitabın bir yazarı olacaktı. gelenek böyleydi. şairliğimi iki paralık edip adımı böyle bir kitabın üstüne koyduramazdım. öyküler dergiden kesildi. turhan selçuk güzel bir kapak çizdi. hababam sınıfı'nın haytaları jimnastiğe çıkar gibi dizilmişlerdi çift sıra. başlarında da kel mahmut. bu kapağa adımın yazılmaması için hiçbir engel kalmamıştı. ortalık sütlimandı artık. hele böyle bir kitabın basın savcısını kuşkulandırması için bir neden de yoktu ortada. ilhan:
"koyalım adını" dedi, "hiçbir sakınca yok!"
"hayır!" dedim, "gene dergideki gibi 'stepne' yazılsın kapağa!"
"derginin adı dolmuş olunca stepne'nin bir anlamı olabilir; ama bir kitabın üstünde stepne ne anlama gelir?"
"bunu okurlarımız düşünsün!" dedim.
kitap çıktı. yazarı stepne. ister dolmuş'un yedek lastiği olsun ister kitabın yazarı. okuyucu kafasını bu konu üzerinde hiç yormadan 5 bin kitap dergi gibi eriyip gitmişti. kitapçı vitrinlerinde yerini bile almaya vakit kalmamıştı. aldığım 250 lira, mizahtan, mizah kitaplarından aldığım ilk telif ücretiydi. şairlik adımı kullanmadan, mizah yazarı olmuş, kitap çıkarmış, ilk kez kitaptan para kazanmıştım.
dergi kapandıktan sonra geriye kalan yeni hababam sınıfı öykülerinin bir bölümünü de tan basımevi'nde haluk yetiş basmıştı. nasıl olsa kitap kendini sattıracaktı. bu bakımdan dizgi baskı hacıbaba işi olmuştu. kapağını bile turhan selçuk'un dergideki çizgilerinden yararlanarak ben düzenlemiştim. olmuşken olsun dedim. ünü rıfat ılgaz'ı çoktan aşan hababam sınıfı'na ilerde sahip çıkabilmek umuduyla kapağa da adımı koydurdum. birinci kitabın her bakımdan bir devamı olduğu halde ilk eleştiriler çok umut kırıcıydı:
"birincisi daha güzeldi. ne gerek vardı bu ikincisine?"
oysa dergide severek okudukları öykülerdi bunlar. kitap olarak derlenince mi gereksizleşiyor, değerden düşüyordu? bu tür eleştiriyi yapanların gene de iyi niyetli arkadaşlar olduğunu sonradan öğrendim.
babıali demirbaşlarından dağıtıcı faruk kitabı evirip çevirdikten sonra:
"nerde stepneee.." demişti, "nerde rıfat ılgaz.. herif yazmış. ancak iki hikayesini okuyabildim bu yeni kitabın. bırak dostum sen bu işleri!"
ne demek istediğini anlayamamıştım. şaşkın şaşkın bakıyordum yüzüne:
"rusçan fena değil" dedi. "doğrusu ilk kitabı çok güzel çevirmişsin!"
ben rusça biliyordum haaa? haraşo'dan başka tek sözcük bilmiyordum rusça olarak. şaşkınlıkla sordum:
"ben mi çevirmişim? hangi yazardan?"
"hangi yazardan olacak! stepne'den!"
"yani bu stepne sovyet yazarı, öyle mi?"
"bırak laf cambazlığını.. ha sovyet yazarı ha rus yazarı.. hepsi aynı kapıya çıkar. baktın birincisi iyi gitti, ikinciyi de sen yetiştirdin geriden."
babıali'nin kral faruk'u beni sinemacılarla karıştırıyordu. ya da mayk hammer üreticilerine benzetiyordu. bir koyundan iki post çıkarmakla suçluyordu yani. haklıydı bir bakıma. yanlışlığı birinci kitabın kapağına stepne koymakla değil, ikinci kitabın üstüne kendi adımı yazmakla yapmıştım. hey garip kişi! durup dururken ne diye böyle işlere özenirsin! baban da mı mizah yazarıydı? şairlik neyine yetmiyordu senin!