tahsin yücel
ülkemizin 'sıkı' milliyetçileri için, milliyetçilik öncelikle bir var olma koşulu, daha da iyisi, tüm duygularımıza yön veren, tüm edimlerimizde belirgin ve belirleyici bir payı bulunan bir temel içgüdüdür ya da böyle bir temel içgüdü olması istenir. bu içgüdü, gerektikçe kardeşi boğup komşuyu soymaya izin vermekle birlikte, hem ulusu, hem ülkeyi koşulsuz ve sınırsız olarak sevmeyi içerir. bu nedenle, coşkulu milliyetçilerimiz ikide bir "ya sev, ya terk et!" diyerek kapıyı gösterirler bize. ulusu ve ülkeyi sevmenin tek geçerli biçimi de kendilerininkidir.
"birisinin çok fazla gururlandığı, çok mağrur davrandığı yerde, 'öteki'nin utancının ve aşağılanışının gölgeleri vardır. ya da çok fazla aşağılandığını hayal eden biri, mağrur bir milliyetçilik ile çıkar karşımıza." (orhan pamuk)
görünüşe bakılırsa, bizim için yurttaşlığın ana koşulu yurdu sevmek, şöyle böyle sevmek de değil, üzerinde olup biten hiçbir aykırılığı görmeyecek, görmeye yanaşmayacak ölçüde tutkuyla sevmek; bir de, gününü doldurmuş kahramanlık sözleri dışında hiçbir şey söylemeden susup oturmak. bu yüzden olacak, arada bir, hem de yurdun kendisiyle doğrudan ilgili olmayan nedenlerle, kent sokaklarının çok 'veciz' bir uyarı tümcesiyle donatıldığına tanık oluruz: "ya sev ya terk et!"