
sanki hoca, kadavrayı, elinde balta, sakatatlarına ayırıyor: "yediniz, içtiniz, güldünüz, eğlendiniz, sonunda bu dümensiz arabaya bindiniz!" deyip tabutu gösteriyor. bu çocuk ne yedi, bu çocuk nereyi gezdi, şu cümleleri biraz dikkatli kullan, kuran'ı ezberlemişsin, bu hayat bu ezberin neresine sığıyor. çok soğuk ve kalın bir sopayla, 20 yaşında var yok bu imamın ruhlarımıza eziyet etmeye ne hakkı var? hoca değil, bir yankesiciyi yakalamış polis gibi kodes dayağı çekiyor. mezarlık mezarlık değil, kendi pansiyonu, müşteri bedavaya yatmasın diye pazarlık yapıyor. cüceler, cinler ve hocalar, yüzlerce yıl burada pusu kurmuş. biri ölse de gelse, kan fışkırıyor küflü sanduka yeşili gözlerinden. duayla beslenen böcekler gibi hocalar! cümleler zavallı, cıvık, bozuk, yeraltında saklanmış akıl hastanesi gibi. karanlık bir gecede vahşi bir köpekle burun buruna gelmişiz gibi. zavallı yusuf'un cesedi bu çıldırmış zalimliği hak ediyor mu? tüyler ürpertici bir celladın infaz sahnesi gibi, hoca bağırıyor: "hesap vereceksin müslüman, hesap gününü düşün!" hocanın üstüne atılıp gırtlağına yapışacağım, şu yusufçuk neyin hesabını verecek, çizmeli kırbaçlı yedi köy sahibi bir bey mi gömüyorsun, bir kürek mahkumu gibi yaşamış, birazdan çukura atıp hepiniz sıcacık evlerinize döneceksiniz işte. zevk sefahat içinde ağzını ballandırarak şimdi öbür dünyayı anlatmaya başladı. bu köy neden yıkık, bu karanlık neden lanetli? çuval gibi elbise giymiş bu canavarlar, koca köyü koca anadolu'yu ölüm yatağına sıkıştırıp tıkmış. dua bitti, kurtuldum, az daha katil olacaktım.