erica jong
doğum sürecinde bir kadının geçirdiği başkalaşımlar, solgun aydedenin evreleri kadar çoktur. önce hamileliğin birinci evresi gelir. o evrede insan, içindeki bebeği yok etmek ister. onun varlığı, vücudunun merkezinde bir işgal, bir istila hissi verir. ikinci evrede, insan kendi içinde yeni bir hayatın ilk kıpırtılarını hissetmeye başladığı zaman, bunun ilk baştaki evreden çok farklı olduğunu görür. üçüncü evrede çocuk biraz daha büyür; insanın içine, kımıldayan, gıdıklayan, yalayan bir köpek yavrusu gibi duygular verir. dördüncü evrede, boyu küçük bir kavun kadar olur, insanı saatte dört kere idrar etmeye yollar ve siz yatar yatmaz onun uyanacağı tutar. beşinci evrede çocuk gerçek bir yük haline gelir. kalbin altındaki ağırlığı kurşundan beter olur. ama ne gariptir ki o evrede daha da çok sevilir. çünkü anneye artık bir hayalden çok bir gerçek gibi gelmeye başlar ve ağırlığına dayanmak kolay olur. altıncı evrede anne, doğum yatağında ölme korkusuna kapılır. geceleri canavarlı, ejderhalı rüyalar görürken, gündüzleri de doğumla ilgili kabuslar kurup durur. yedinci evrede hamilelik, yazın en uzun günü gibi uzamaya başlar. anne, bir zamanlar incecik bir insan olduğunu unutur; bir daha tekrar ince olabileceğine bile inanmaz. her adım, sokak ortasına işememe gayretiyle birleşip bir zorluk haline gelir. her hareket acı verir, her gece uykusuz geçer. uykusunda ne tarafa dönerse dönsün, çocuk ya ciğerine tekme atar ya kemikli kafasını bağırsaklarına yaslar. sekizinci evre, inanılmaz bir sabırsızlık ve bezginlik getirir. anne, çocuğun hiçbir zaman doğamayacağına inanmaya başlar; bundan da memnun olur. çünkü o zaman doğum yatağında ölme korkusu ortadan kalkar; yalnızca sonsuzluğa kadar hamileliğe tahammül etmek kalır. dokuzuncu evrede anne, ölmekten o kadar çok korkar ki, önceki korkuları bununla karşılaştırılamaz bile. onuncu evrede sular yarılır, acılar başlar. önce yavaş yavaş, sonra sarsıcı biçimde. anne artık elinde seçme şansı olmadığını bilir. ya doğuracak ya çatlayacak. geriye dönemez, başka bir yola sapamaz. kendisi de bebeği gibi hayat dansına doğru itilir. döne döne, yuvarlana yuvarlana, inleye inleye, kıvrana kıvrana. ölecek mi, yoksa yaşayacak mı, bilemez. ama sonunda acılar artıp öyle bir düzeye gelir ki, aldırmaz bile!